29 Şubat 2020 Cumartesi

Yaratıcılık Geni, Yetenek

            Güzel sanatlar, güzellik ve zevkle ilgilenen sanatlardır. Daha önce “müzik” in genetiğinden bahsetmiştik. bkz.(Müzisyen Geni) Bu yazıda resim, heykel, mimarlık, şiir, yazarlık, oyunculuk vb. diğer sanat dallarının bütününü kapsayan ve kısaca yaratıcılık dediğimiz kavramın genetiğinden bahsedeceğiz. Yaratıcılık, yeni ve değerli bir şey oluşturma olgusudur. Kişinin kendini anlatmasının yollarından birisidir. Genetik yatkınlık kadar çevresel faktörler de yaratıcılığın geliştirilmesi konusunda çok önemlidir. Yani başka bir ifade ile yaratıcılık ve yaratıcı düşünme poligenik, multifaktöriyel bir özelliktir. Yapılan araştırmalarda bazı genlerde yaratıcılıkla bağlantılı birtakım değişiklikler bulunmuş olsa da, bu değişiklikler kişilerin yaratıcılığı hakkında tek başlarına fikir vermezler. Poligenik multifaktöriyel bir özellik olan yaratıcılığın sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi, ancak kişinin yarattığı eserlerin değerlendirilmesi ile mümkündür.
 
Yaratıcılık, Yetenek
            Yaratıcılık sadece bilim, teknoloji ve sanattaki birçok yeniliğin değil, aynı zamanda insanların günlük yaşamlarında karşılaştıkları ortak sorunlara yeni çözümlerin de temelini oluşturur. Son zamanlarda bilişsel sinirbilimde önemli bir konu olarak ortaya çıkmıştır.

            Çalışmalar dopaminerjik sistemin yaratıcılığa etkisi olduğuna işaret etmiştir. Yaratıcılığın dopamin D2 reseptör geninin (DRD2) polimorfizmleri ile önemli ölçüde ilişkili olduğunu bulunmuştur. Yaratıcı düşünebilme akıcılığı DAT, COMT, DRD4 ve TPH1 genleri ile bağlantılı bulunmuştur. Ayrıca, sözel ve şekilsel düşünmenin çeşitli yönlerinin, COMT ve DRD2 genlerinin çeşitli polimorfizmleri ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.

            Dopaminerjik (DA) sistem içinde DA D2 reseptör geni (DRD2) ve katekol-O-metiltransferaz geni (COMT) en çok ilgi çeken genlerdir. DRD2'deki birkaç tek nükleotid polimorfizminin (SNP) ıraksak düşünme kabiliyeti ile ilişkili olduğu bulunmuştur. 5-HT ile ilişkili triptofan hidroksilaz geni üzerindeki birkaç SNP'nin de farklı düşünme görevlerindeki performanslarla ilişkili olduğu bulunmuştur. Oksitosin reseptör genindeki bir SNP, rs1042778, farklı yaratıcı düşüncenin akıcılığını, esnekliğini ve özgünlüğünü sağlamaktadır. 

            Yaratıcılık tek bir faktöre dayandırılamayacak çok komplike bir yetenektir. Yaratıcılığa etki eden bildiğimiz kesin bir şey varsa o da eğitimdir. Ayrıca farklı sanat dallarında etkili olan ortak genler söz konusudur. Peki sanat ayrımını yapan nedir? Ya da sanat genlerindeki değişiklikleri taşıyan herkes neden sanatçı değildir? Bunun gibi birçok sorunun cevabı çevresel faktörler ve bilemediğimiz farklı komplike mekanizmalardır.

Over Kanseri, Yumurtalık Kanseri Genetik mi?

Over kanseri (yumurtalık kanseri) hangi yaşta olursa olsun, aile öyküsünden bağımsız olarak genetik test yapılıp araştırılması gereken bir kanser türüdür. Ailede over kanseri varsa tüm aile üyeleri meme kanseri, over kanseri ve kolon kanseri açısından uyanık olmak zorundadırlar. Mümkünse öncelikle kanser olan kişi genetik olarak araştırılarak sorumlu genetik mutasyon bulunmalı ardından ailenin diğer üyeleri tıbbi genetik uzmanının uygun gördüğü şekilde mutasyon açısından taranmalıdır. Tarama sonucunda mutasyon pozitif bireyler ya yakından takip edilir, ya da alınabilir riskli organlar riski ortadan maksimum derecede kaldırmak için sağlıklı kişinin onayı ve uygunluğuyla alınabilinir. Ayrıca sorumlu mutasyonun sonraki kuşaklara geçmesi tüp bebek ve PGT (preimplantasyon genetik tanı) ile önlenebilir. Over kanserinin genetiğinden sorumlu birçok gen vardır, bir kısmı da henüz bilinmemektedir. Bilindiği kadarıyla over kanserinde ilk olarak araştırılması gereken iki ailesel kanser sendromu vardır.

Bunlar;

Lynch Sendromu: MLH1, MSH2, MLH3, MSH6, EPCAM, PMS2, TGFBR2 genlerindeki mutasyonların neden olduğu bir sendromdur. Otozomal dominant geçiş söz konusudur. Yani hastalık anne ve babadan gelen allellerin tek bir tanesindeki mutasyonla ortaya çıkar. Lynch sendromu kolon kanseri sendromudur. Ancak over kanseri de görülebilinir. Over kanserinde araştırılması gerekir. 

Ailesel Meme Over Kanser Sendromu: Meme ve over kanseri bu ailelerde çok yaygındır. BRCA1, BRCA2, RAD51D, RAD51C genleri sorumludur. En sık meme kanseriyle karşımıza çıkar. 
Bu sendromlar dışında OVCA1, OVCA2 genleri ve bir takım kromozomal değişiklikler over kanserinden ailesel olarak sorumlu tutulmaktadır.

Genetik neden ortaya konulmamış olsa da ailede over kanseri varsa kadın-erkek aile bireyleri kolon kanseri,pankreas, prostat vb. ve meme kanseri açısından takip edilmelidir. 
 
Sağlıklı Ovulasyon Sürecindeki Over

Tüm bunlar dışında sadece tümör dokusunda mevcut olan OPCML, PIK3CA, AKT1, CTNNB1, RRAS2, CDH1, ERBB2, PARK2 genlerine ait mutasyonlar mevcut olabilir. Tömör dokusundaki bu mutasyonların varlığı tedaviyi etkiler, kullanılan ilaçlar ve ömür boyu takip şekli açısından doktorlara fikir verir. Bu mutasyonlar somatik mutasyonlardır. Hastanın kanından alınıp bakılamaz ya da aile bireyleri somatik mutasyonlar açısından araştırılmaz. Aileyi korumak için bizim aradığımız mutasyonlar germ line mutasyonlardır. Yani doğuştan itibaren var olan ve kuşaktan kuşağa geçen mutasyonlardır.

Over kanseri olan kişi tedavi sürecini tamamladıktan sonra tüm kanser türleri açısından sıkı takibe alınır.

26 Şubat 2020 Çarşamba

Müzisyen Geni, Müzik Kulağı, Ritm Duygusu


     Müzik yeteneği, herkeste olmayan ve bazı ailelerde çok sayıda olabilen kişilerin sahip olduğu, genetik ağırlığı fazla olan bir yetenektir. Müzisyen birinin ailesine baktığınızda en az bir ebeveyninin veya birkaç akrabasının müzikle ilgilendiğini fark edersiniz. 
     
     Yapılan ikiz çalışmaları, segregasyon, linkaj analizleri de müzik yeteneğinin kalıtsallığını ispatlamaktadır. Birçok farklı gendeki birçok farklı değişiklik bazı ailelerde evlilik gibi sosyal etkileşimlerle de yığılır. Bu genetik yığıntılar müzik yeteneği halini alır. Bu yığıntıdan daha fazla pay alan aile biriyi yeteneği en fazla olan aile bireyi olur. Bu genlerden bahsedecek olursak, 12. kromozom üzerindeki AVPR1A geni, müzik algısı, müzik hafızası ve müzik algılama ile ilişkilendirilirken, 17. Kromozom üzerinde yer alan SLC6A4 geni müzik hafızası ve koro katılım yeteneği ile ilişkilendirilmiştir. ADCY8 geni sadece beyinde ifade edilen bir gendir ve öğrenme ve hafıza süreçlerinde rol oynar. Bu gen üzerindeki farklılıklar da müzik yeteneğini etkilemektedir. EPHA7 geni ise beyin gelişiminde, özellikle de işitsel korteks ile diğer kortikal bölgeler arasında ilişki kurulmasını sağlayan bir gen olup müzik kabiliyetini etkilemektedir.  
Yapılan ikiz çalışmalarında melodik algılama yeteneğinin %71-80 oranında genetik altyapısının olduğu tespit edilmiştir.

     UNC5C, ROBO1 ve TRPA1 genleri bireylerin ses algılama yeteneğinde değişkenliğe yol açtığı bilinmektedir.
Müzik


     SLC6A4, TPH1 ve DRD2 gibi diğer aday genlerinin değişimleri sosyal biliş ve davranışta önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir. Bu çalışma müzik algısı ile insanın sosyal işlevleri arasında potansiyel bir bağlantı olduğunu düşündürmektedir.

      İç kulağın gelişiminde rol oynayan GATA2 (GATA bağlayıcı protein 2) genidir. Çevresel algı yollarında, müzik algısı için gerekli ses perdesi, yön ve ses yüksekliği bilgilerinin ilk entegrasyonunu destekleyen önemli bir yapıdır. PCDH7 geni ise tavuğun gelişmekte olan kokleasında ve farenin amigdalasında eksprese olur ve müzik algısındaki rolü önemlidir. Ritim alanında, bir çalışma, FOXP2 (Forkhead box protein P2) geninin 7q31 kromozomu üzerindeki mutasyonunun ritim algısını ve üretimini bozduğunu, bildirmiştir.
BDNF (beyinden türetilmiş nörotrofik faktör) geni hipokampusta (yeni öğrenme ve hafıza için temel bir yapı) eksprese olan yetişkin beyninde müzik hafızası ile ilişkili olan bir gendir.
Bilim insanları substantia nigra'da yüksek oranda eksprese edilen UGT8 geninde şarkı söyleme doğruluğu ile önemli ölçüde ilişkili olan eşanlamlı olmayan bir SNP (rs4148254) keşfettiler. Bulgular, müzikteki yaratıcı fonksiyonların güçlü bir genetik bileşene sahip olabileceğini ve kalıtım tahmininin % 84 olduğunu göstermektedir.
      Soy ağacı verileri kullanılarak, şarkı söyleme doğruluğunun kalıtım derecesi % 40 olarak bildirilmiştir.
      Bahsi geçen tüm genlerdeki çeşitli farklılıkların müzik yeteneğinde rol aldığı bilinmektedir. Her şeye rağmen genetik yatkınlıklar dış faktörlerle şekillendirilmelidir ki müzik yeteneği ifade edilebilsin. Ayrıca bildiğimiz genler bir kişinin müzik yeteneğini açıklayabilme konusunda oldukça yetersizdir. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.

25 Şubat 2020 Salı

Akciğer Kanseri Genetik mi?


     Akciğer kanseri; tüm dünyada kanser ölümlerinde birinci sırada yer alan kanser nedenidir. Erkeklerde kanser ölümlerinin %33’ünden, ölümlerin ise %8’inden, erkeklerde kanserlerin %16’sından, kadınlarda kanser ölümlerinin %25’inden sorumludur. 

     Akciğer kanseri; genetik ve çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığı poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Birçok farklı genetik değişiklik aile kalıtımıyla bir araya gelir, sigara gibi dış faktörlerinde devreye girmesiyle kanser ortaya çıkar. Sıklığı ve mortalitesi (ölüm oranı) yüksek olan bir kanser türüdür. En önemli etiyolojik faktör sigaradır. Ailesinde Akciğer kanseri olan biri sigara içmemelidir. Akciğer kanseri erkeklerde %85, kadınlarda %70’i sigaraya bağlı olarak gelişmektedir. Ancak sigara içenlerin %20’sinden azında akciğer kanseri gelişir. İleri yaş, erkek cinsiyet, siyah ırk, beta-karotenden fakir beslenme, iyonize radyasyon, asbest, arsenik, vinilklorid, geçirilmiş akciğer enfeksiyonlarına bağlı skar zemininin varlığı ve genetik faktörler etiyolojide yer alan nedenlerden bazılarıdır. (bkz. kanser genetik mi?)
     
     Akciğer kanserli kişilerin ailelerinde akciğer kanseri ve GİS-gastrointestinal sistem kanserleri anlamlı derecede yüksektir. Akciğer ve/veya GİS malignitesi tanısı alan hastaların aile bireyleri sigara kesinlikle kullanmamalıdır. Yapılan araştırmalarda 18q21, 9p21, 17q, 11q23, 14q11 gibi kromozomal bölgeler Akciğer kanserli hastalarda delesyonlu olarak tespit edilmiştir.  
Akciğer Kanseri

     
     Ailede akciğer kanseri varsa risk net olarak ifade edilememekle birlikte diğer aile bireyleri için artmıştır. Birinci derece akrabaların riski 3 kat artmaktadır. Sigara içenler ise kanser risklerini %30 arttırmaktadırlar. Özellikle sigaradan bağımsız gelişen adenokarsinomun ailesel yatkınlığı daha belirgindir. Sigaraya bağımlı akciğer kanserinde kanser olan kişinin yaşı aile bireyleri açısından genetik yatkınlık için önemlidir. Kanser olan kişinin yaşı ne kadar gençse genetik  alt yapı o kadar fazladır.

     Akciğer kanserinden sorumlu ve anne-babadan çocuğa direkt %50 ihtimalle geçiş gösteren 2 gen bilinmektedir. Bunlar p53 ve EGFR genleridir. Bu genler üzerinde germline mutasyon taşıyanlar yani anne karnından itibaren mutasyonu tüm hücrelerinde barındıran olgular,  akciğer kanseri riskini çok yüksek oranda taşırlar. Bu kişilerde taşıdıkları mutasyon saptandıktan sonra erken tanı açısından diğer kanser türlerinin gelişme ihtimalleri yakından takip edilir. Yine mutasyonu olan kişilerin birinci derece akrabalarında genetik danışma ile mutasyonun varlığı araştırılır. Mutasyon varlığında henüz kansere yakalanmamış mutasyonlu kişiler takibe alınır. Gebelik planladıklarında tüp bebek ve PGT ile mutasyonsuz embriyo ile sağlıklı çocuk sahibi olabilirler. 
     Ayrıca Akciğer Kanseri olan olguların tümör dokularında somatik mutasyon dediğimiz, kanser dokusunun sadece kendisinde yer alan mutasyon tipleriyle evrelendirme, hastalığı gidişat bilgisi, tedavi hakkında bilgi sahibi olunabilinir. Somatik mutasyon görülen genlerin içinde EGFR, P53, EGFR, KRAS, BRAF, ERBB2, MET, STK11, PIK3CA, PARK2, EGFR, ERBB2, MET, PIK3CA, NKX2-1, DOK2, ALK/EML4 füzyon geni, yer alır.  . ERCC6, LNCR2, CYP2A6, CASP8 genlerindeki birtakım değişikliklerin akciğer kanserine yatkınlığa neden olduğu bilinmektedir. MPO genindeki polimorfizmler özellikle sigara içenlerde akciğer kanseri riskini arttırmaktadır.  

Sporcu Geni


     Sporculuk ve benzeri yeteneklerin altında her özelliğimizde olduğu gibi genetik faktörler yatmaktadır. Spor yeteneğinde %30-80 oranında genetik faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Her ne kadar bir takım genetik farklılıklar spor yeteneği ile ilişkilendirilmiş olsa da bu değişikliklerin tek başlarına bir anlamı yoktur. 

     Örneğin COMT genindeki bir farklılık (rs4680), yüzücülerdeki rekabet performansı ve ultra dayanıklılık ile ilişkilendirilmiştir. COMT, prefrontal korteks içindeki dopaminin düzenlenmesinde rol oynar, bu SNP'deki varyasyon dopamin seviyelerini ve dolayısıyla bilgi işlemeyi ve hafızayı etkiler. Böyle bir varyant eritropoietin reseptör (EPOR) geni içinde rs121917830'da da meydana gelebilir. Bu varyasyon, etkilenen insanların kırmızı kan hücresi üretimini ve dolayısıyla daha fazla oksijen taşıma kapasitesini arttırdığı eritrosistoz-1 adlı bir hastalıkla bağlantılıdır. Bu değişiklik dayanıklılık sporları için potansiyel olarak avantaj sağlar, Finlandiya kros kayak şampiyonu Eero Mantyranta'nın bu varyanta sahip olduğu bilinmektedir. Kanada engelli koşucusu PriscillaLopes-Schliep’te kas distrofisine bağlı lamin / AC (LMNA) genini etkileyen nadir bir varyantın avantajı mevcuttur. 
SPOR GENİ

     Bir diğer değişiklik “olağanüstü kas” olarak tanımlanan miyostatin geninde (MSTN) nadir bir varyasyondur. Yüksek düzeyde güç ve kas kütlesi gerektiren sporlarda avantaj sağlayabilir. ACTN3 genindeki rs1815739 değişikliği, ACE genindeki (I) / delesyon (D) insersiyonu polimorfizmi (rs1799752), PGC1-1α genindeki rs8192678 değişikliği de tanımlanan spora yatkınlık gösteren farklılıklardır. Nükleer solunum faktörü 2 (NRF2) genindeki bir SNP (rs7181866), elit atlet statüsü ile ilişkilendirilmiştir. ACTN3 bir “hız geni” olarak bilinmektedir. Bunun dışında hem boy, hem de vücut kitle indeksi yüksek oranda kalıtsaldır ve her ikisi de elit sporcu statüsünün elde edilmesine katkıda bulunur. 
     
SPORCU GENİ

     Ayrıca, psikolojik özellikler de anksiyete ile ilişkili bir dizi SNP ile genetik olarak etkilenmektedir. İlginç bir şekilde, beyin duygu merkezlerinin aktivitesini potansiyel olarak modüle eden proteinleri kodlayan genlerde, özellikle serotoninerjik, katekolaminerjik ve hipotalamik-hipofiz-adrenal sistemlerin elementlerini kodlayan genlerde de elit spor performansına yatkınlığı etkileyebileceği bulunmuştur. Bu nedenle, spor performansı üzerindeki genetik etki geniş, çok faktörlü ve yaygındır. Ancak bu belirteçler yetenek belirlemek için kullanılamaz. Çünkü bilmediğimiz daha birçok faktör mevcut. Bu faktörleri tespit etmek aradaki bağlantıları sağlamak oldukça güçtür.


24 Şubat 2020 Pazartesi

Mide Kanseri Genetik mi?


      Mide kanseri bir çok hastalıkta olduğu gibi çoğunlukla poligenik multifaktöriyel olarak kalıtılır. Ancak %1-3’lük gibi bir kısmı direkt geçiş gösteren doğuştan gelen tek mutasyonlardan kaynaklanır.         Bu mutasyonlar sendrom dediğimiz çoklu bulgular gösterir. Mide kanseriyle ilgili olan sendromların en çok bilinenleri aşağıda listelenmiştir.
CDH1 geni Herediter Diffüz Gastrik Kanser Sendromu: Mide kanseri riski 70%’e çıkar. Diğer neden olduğu kanser türü lobuler meme kanseridir.
STK11 geni Peutz-Jeghers Sendromu: Mide kanseri riski % 29’a çıkar. Pankreas, meme kanseri riski de mevcuttur.
SMAD4 geni Juvenil Polipozis: Mide kanseri riski %21’e çıkar.
MLH1MSH2,  EPCAM, MSH6PMS2 genleri Lynch Sendromu: 1–13% mide kanseri riski mevcut. Uterus, uriner sistem, kanser riski mevcuttur.
TP53 geni Li-Fraumeni Sendromu: 1–4% meme kanseri riski, göğüs, beyin, sarkom, akciğer, adrenal korteks kanser riski mevcuttur.
IL1B-IL1RN genleri, Helikobakter Pylori enfeksiyonu birlikteliği gösterilmiştir.
Mide Ca

     Mide kanseri için Genetik Danışma alıp Genetik Testler açısından değerlendirilmesi gereken hasta grubu,
Mide kanseri olan kişinin,
40 yaşından genç olması
50 yaşından genç olup ailede yakın akrabada mide kanseri öyküsü olması
Herhangi bir yaşta olup 2 ya da daha fazla akrabada mide kanseri öyküsü
     Başka kanser türlerinin eşlik etmesi  durumlarında herhangi biri mevcutsa genetik kalıtımı tek gen hastalıklarından olan genlerin araştırılması uygundur.
Şimdiye kadar bahsettiğimiz genler germline mutasyon taşıyan genlerdi. Ayrıca somatik mutasyon dediğimiz sonradan mide hücrelerinden gelişen mutasyonlar da söz konusu olabilir. Bu genlerin moleküler mekanizmasına göre etki eden terapötik ajanlar geliştirilmektedir. KRAS, MUTYH, CASP10, PIK3CA, APC, IRF1, KLF6, FGFR2, ERBB2 gibi genlerin mutasyonları tümör dokusunda tespit edilerek tedaviye yön verilebilinir. (bkz.kanser genetik mi?)
     Ailede mide kanseri öyküsü olan vakadan araştırılma yapılması çok önemlidir. Bilgi verecek kişi indeks vakadır ve ailenin diğer fertleri açısından çok  büyük bir öneme sahiptir.

23 Şubat 2020 Pazar

Multiple Skleroz, MS Genetik mi?

    Multiple Sklerozis (MS), sinir sistemini tutan nörolojik otoimmün bir hastalıktır. Sinir hücrelerinin etrafını saran myelin kılıf hem koruyucu hem de uyarının iletimini hızlandıran özelliktedir. MS’de myelin kılıflara karşı vücudun bağışıklık sistemi henüz tam olarak bilinmeyen nedenlerle saldırır. Myelin kılıflar üzerinde inflamasyon yani iltihap oluşur. Myelin kılıflar görevlerini yerine getiremezler sinir hücresi üzerinde uyarı daha yavaş iletilmeye başlar ayrıca sinir hücreleri de bu iltihaptan zarar görür. Tutulan bölgeye göre klinik bulgular ortaya çıkar. Görme kaybı, dengesizlik gibi bulgular bunların bir kısmıdır. 

Zamanla tutulumlar arttıkça geri dönüşü olmayan hasarlar ortaya çıkabilir. MS poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Birçok gendeki küçük değişikliklerin bir araya gelip yatkınlık oluşturması ardından çevresel faktörlerle hastalığın tetiklenmesi ile ortaya çıkar. 
Yapılan araştırmalarda bu genlere ait birtakım değişiklikler keşfedilmiştir. Bu değişikliklerin hastalığın ağırlığı, seyri hakkında etkileri olduğu düşünülmektedir.  HLA-DRB1 geninde HLA-DRB1*15 ve HLA-DRB1*03 alleleri MS riski oluşturmaktadır. HLA-DRB1*01 ve HLA-DRB1*11 allelleri ise koruyucudur. Yine KCNA3 genindeki rs2821557 polimorfizmi hastalığa yatkınlıkta ve hastalığın gidişatında rol oynamaktadır. PDCD1 genindeki değişiklikler MS ve MS gibi otoimmün bir hastalık olup merkezi sinir sistemini de tutan Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) hastalığında da rol oynamaktadır. HLADQB1 genindeki hatalar ise MS’de olduğu gibi yine otoimmün hastalıklar olan Çölyak, Creutzfelt Jakop Hastalıklarında da görülebilinir. Yine TNFRSF1A geni MS ve Periyodik Ateş hastalığına etki eder. 

         Görüldüğü üzere MS genetiği komplike çok faktörlü bir hastalıktır. Biz bu bahsi geçen genlerdeki değişiklikleri kişi de bulsak bile hastalığın geçirilip geçirilmeyeceği hakkında net bir yorum yapamamaktayız. Burada en önemli gösterge aile öyküsüdür. Birinci derece akrabalarda hastalık varlığı MS riskini %20’lere çıkarmaktadır. Ailedeki MS olan kişilerin sayısı, hastalık başlangıç yaşları, yakınlık dereceleri hastalık riskini etkileyen önemli faktörlerdir.

22 Şubat 2020 Cumartesi

Amyotrofik Lateral Skleroz, ALS Genetik mi?

Amniyotrofik lateral skleroz (ALS), genetik olarak birçok genetik varyasyonun orantısız olarak katkısıyla karakterize karmaşık bir nörodejeneratif hastalıktır. Ailede ALS hastası bireyin varlığı aile bireyleri açısından riski arttırır. ALS olan bireyin birinci derece akrabalarında (anne-baba-kardeş-çocuk) risk daha fazladır. Toplu olarak, tanımlanan genetik risk faktörleri, ALS’nin ∼% 50-% 70'inden sorumludur. ALS poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Tek başına anlamı olmayan birçok genetik varyant ve birçok çevresel faktör bir araya gelerek hastalık ortaya çıkar. Hastalığın küçük bir kısmı ise tek gen hastalığı şeklinde kalıtırlır. Yani bir gendeki patojenik tek bir mutasyon hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir. Sonraki kuşaklara keskin bir biçimde kalıtılır. ALS’nin ortalama %9 ‘unda SOD1 genindeki mutasyonlar sorumlu tutulmaktadır.

ALS ile ilişkili genlerin çoğu alellik heterojenite gösterir. Her gen içindeki farklı mutasyonlar aynı klinik fenotipe neden olabilir.  Yani gendeki farklı hatalar aynı hastalığa neden olabilir.  Ayrıca ALS'ye neden olabilen genlerin çoğu pleiotropiktir, yani aynı genetik mutasyonların çok farklı klinik fenotipler (hastalıklar) üretebileceği anlamına gelir. GGGGCC heksanükleotid, C9ORF72'deki tekrar genişlemesi mutasyonu örneğin ALS veya frontotemporal demansa neden olabilir. Ayrıca, hastalığın aynı birincil genetik nedenini paylaşan aile üyeleri arasında bile, hastalığın başlangıcında çok çeşitli yaştan sorumlu faktörler bilinmemektedir. 

ALS'ye neden olabilecek çeşitli mutasyonların penetrasyonunun değişken olduğu bilinmektedir. Yani ailedeki hastalığa neden olan mutasyon kişide var olsa da hastalık ortaya çıkmayabilir ya da hastalık daha hafif ortaya çıkabilir.  SOD1'de, A4V ve H46R mutasyonlarında penetrans yüksekken, D76Y, D90A ve I113T mutasyonları için penetrans düşüktür.  Penetrasyon hem hastalığı gösteren kişiler hem de ilgili genetik mutasyonu barındıran ancak henüz klinik olarak etkilenmeyen aile üyeleri incelenerek açıkça tanımlanabilir. Genetik testlerin sonuçlarıyla uyumsuz olan etkilenen aile üyelerinin nadiren oligojenik kalıtım için ALS duyarlılık genlerinde çoklu mutasyonların varlığı (ki bunu tamamiyle keşfedip yorumlamak şu an için mümkün değildir) etkilenmemiş aile üyelerine risk bildirimini önemli ölçüde karmaşıklaştırmaktadır. 

 Stephen Hawking, ALS


Dolayısıyla ALS'nin genetik yapısı karmaşıktır ve en önemlisi, tam olarak anlaşılamamıştır. ALS genetiğinin karmaşıklığını ve belirsizliğini, genetik test yaptırmayı düşünen veya yapan insanlara açıkça ifade etmek, potansiyel olarak ALS riski altında olan popülasyonda presemptomatik genetik danışma için büyük bir zorluktur. Bilimsel ilerlemenin hızlı temposu ve ALS genetiğinin sürekli değişen manzarası, bu zorluğu daha da arttırmaktadır. Halihazırda henüz tedavi edici veya önleyici herhangi bir müdahale olmamakla birlikte, risk altındaki bireyler dünyaya gelecek yeni nesil açısından preimplantasyon genetik tanı planı için taşıyıcılıklarını öğrenmek isteyebilirler.  Böylelikle soyun devamında hastalığın önüne geçilebilinir.  Ancak hastalık bilgisi genç yaştaki ve henüz hastalığı göstermeyen kişi açısından oldukça ağır bir bilgi olabilir. Bu nedenle genetik danışma almak bu kişiler için oldukça hayatidir. TBK1, CHCHD10, TUBA4A, CCNF, MATR3, NEK1, C21orf2, ANXA11, TIA1, SOD1, C9orf72, TARDBP, FUS, VCP genleri ALS için tek gen kalıtımı gösterebilen genlerdir. Bu genlerin aile içinde çalışılabilmesini hasta olan kişi yani indeks kolaylaştırır. Hasta olan kişinin hayatta olması ya da DNA’nın bulunması işleri kolaylaştırır.

20 Şubat 2020 Perşembe

Aşk Genetik mi?


              Aşık olmak, genetik yapımızın kontrolündedir. Aşk üzerinde serotonin ve dopamin metabolizması etkilidir. Serotoninin hücre içine taşıması kolay olan bireyler aşklarını daha aşk gibi tutkulu, şiddetli ve ateşli yaşarlar ve bu kişiler daha sık ve kolay aşık olduklar. Bu kişilerde serotonin reseptörlerini kodlayan genler daha kısadır. Uzun gene sahip olan kişiler ise duygularını daha az belli ederler, daha sakin ve dingin bir şekilde aşklarını yaşarlar. Bu kişilerin serotonin reseptör genleri daha uzun protein kodlarlar. Sevgi gibi, aşk gibi birçok özelliğimiz, tüm davranış kalıplarımızın belirlendiği içerisinde genetiğin de yer aldığı oldukça kompleks bir mekanizma sonucunda ortaya çıkar.
             İnsan bağışıklık sisteminde rol oynayan bazı genlerin, eş seçiminde ve doğru eşi bulma konusunda bizleri yönlendirdiği bilinmektedir. Aşk hormonu adıyla anılan oksitosin hormonu annelik davranışı, eşler arası bağlanma, endişenin giderilmesi, olumlu ruh hali, koku hafızası, doğum ve emzirme sırasında oto uyarım gibi etkilere sahiptir. Oksitosinin vücuttaki eksikliği veya fazlalığı otizm, frajil x sendromu gibi davranışsal hastalıklarda kritik rol oynuyor.  Oksitosin hormonunun yetersizliğinde eşler romantik ancak umursamaz birer aşık olabiliyorlar. Yani birbirlerinin sorunlarına empati ile yaklaşmıyorlar. Bu kişilerin oksitosin hormon reseptörlerinin genetik olarak farklı varyantlarının olduğu düşünülmektedir. Genetik olarak oksitosini daha iyi tutan reseptörlere sahip kişiler daha bağlı, sevgi dolu, sahiplenici özelliklere sahiptirler.
Aşk ve Genetik

             Genetik bağlantısı olan iki aşk tipi günümüzde dikkat çekmektedir. Bunlar ‘Eros’ ve ‘Mania’ olarak adlandırılırlar. Eros, fiziksel cazibeye dayalı, mania ise sahiplenici, kıskanç ve zedeleyici özelliklere sahiptir. Eros tarzı aşk yaşayan insanlarda dopamin miktarı azalıyor ve ödül alma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu ihtiyacı karşılamak için birer tutkulu aşığa dönüşüyorlar. Mania tarzı aşklarda yaşanan sorun ise serotonini düzenleyen gendeki mutasyondan kaynaklanır. (Obsesif Kompulsif bozukluk yaşayan hastalarda da aynı durum görülür.) Takıntılı, sarsıcı, kıyıcı tarzda bir aşk söz konusudur. Özellikle son yıllarda ciddi artış gördüğümüz kadın cinayetlerine bakacak olursak, Türk erkeklerinin mania tipi aşık oldukları söylenebilir. Daha net konuşmak için Türk erkeklerinde serotonin genleri analiz edilmelidir.
Aşık olduğumuz kişileri genlerimiz belirler. Doğadaki temel amaç sağlıklı, güçlü, donanımlı çocuklar dünyaya getirmektir. Anne babanın gen farklılığı ne kadar çoksa doğacak çocuk o kadar sağlıklı olur. Doğada farklı genlere sahip çiftler birbirlerini daha çekici bulurlar. Birbirlerine aşık olma eğilimleri daha yüksektir. Bu da oksitosin hormonu ve limbik sistemler ilgilidir. Koku duyusu limbik sistemde işlenir. Özellikle genetik uyumlu partner seçiminde koku duyusu çok önemlidir.


Kromozom


     Kromozom, Yunanca, chromos (renk), soma (vücut) sözcüklerinin birleşimiyle günümüze gelmiştir. Renkli cisimcikler olarak tabir edilen kromozom; DNA'nın "histon" proteinleri etrafına sarılmasıyla, yoğunlaşarak oluşturduğu, canlılarda kalıtımı sağlayan genetik oluşumlardır. Bir diğer tanımla duplike DNA’nın paketlenmiş halidir. Kromozomlar mikrometre boyutunda olup hücre bölünmesinin metafaz safhasında mikroskopla görüntülenebilinir.



     Kromozomlar hücre çekirdeği içinde yer alan ipliksi yapılardır. Kromozomlar, DNA (deoksiribo nükleik asit) zinciri ile histon denilen protein zincirinden oluşur. DNA zincirleri de özgül proteinleri sentezlemekle görevli genlerden oluşur. Kromatin ipliğin histon proteinleri etrafında sarılmasıyla kromozomlar meydana gelir. Beş çeşit histon proteini vardır. Oktamer, bir nükleozom çekirdeği merkezinde bulunan sekiz protein kompleksidir. Dört çekirdekli histon proteinlerinin (H2A, H2B, H3 ve H4) her birinin iki kopyasından oluşur. Nükleozomlar ise süper bazik olarak sarılmış 146 baz DNA çiftiyle çevrili H1 histon ve oktamerden oluşur.




     Mitoz bölünmenin interfaz evresinde kromatin ağı şeklinde bulunan DNA, profaz evresinde kısalıp kalınlaşmaya başlar ve metafaz evresinde en kısa duruma gelir. Kromozomların sayısı canlı türlerinde değişiklik gösterir. Farede 42, köpekte 78 kromozom vardır. İnsan kromozom sayısı 46'dır. 22 çift otozom, 1 çift de eşeysel olmak üzere toplamda 46 kromozom mevcuttur. Eşey kromozomları kadınlarda XX, erkeklerde XY dir.


   Döllenme sırasında annenin yumurtasındaki 23 kromozom, babanın spermindeki 23 kromozomla birleşerek bebek anne rahmine bir tek hücre halinde düşer. Büyüdükçe hücre sayıları artar ve her bir hücrede 46 kromozom eksiksiz ve yerli yerinde olmalıdır. Kromozom bilimine ‘sitogenetik’ adı verilir. Sitogenetik yöntemlerle kromozom sayısında (Down sendromunda 47, Turner sendromunda 45) veya yapısındaki (delesyon-translokasyon vb.) değişiklikler saptanabilir. Kromozomlardaki bir değişikliğin mikroskopta görülebilmesi için en az 3 milyon nükleotitlik bir değişim olması gerekir, daha küçük değişiklikler ancak moleküler genetik yöntemlerle incelenebilir. Bölünme zamanının dışında DNA kromozom halinden sıyrılarak kromatin ağ halini alır.  Bölünme sırasında kromatin ağ kısalıp kalınlaşarak kromozomu oluşturur. Kromozomun DNA ve protein yapıdadır. Kromozomların şekli, büyüklüğü ve sayısı türe özgüdür. Canlıların farklılık ve gelişmişliği kromozom sayısından bağımsızdır.

Submetasentrik, Metasentrik, Akrosentrik

     Sentromer, iğ ipliğinin tutunduğu noktadır. Kardeş kromatitleri bir arada tutar. Kromozomlar, sentromerlerin konumlarına göre; metasentrik, submetasentrik, akrosentrik, telosentrik, subtelosentrik, holosentrik olarak adlandırılırlar. İnsanlarda yalnızca ilk üç kromozom çeşidi mevcuttur. Kromatit, DNA'nın hücre bölünmesi esnasında sentezlenen, protein zarfla paketlenerek sentromerle birbirine tutturulmuş iki kromozom eşlerinden her birisidir. Sentromerin üst kısmında kalan kromozom parçasına kısa kol, p kolu; alt kısmında kalan kromozom parçasına uzun kol q kolu adı verilir. En uzun kromozom çifti 1. kromozom çiftidir. En kısa kromozom çifti 21. Kromozom çiftidir. 1. Kromozomun trizomisi literatürde hiç görülmemiş bir olaydır. 21. Kromozom trizomisi ise en sık rastladığımız yaşamla bağdaşan trizomi türüdür. Cinsiyet kromozomlarında kadın bir X’i anneden diğer X’i babadan alır. Erkekler ise X kromozomlarını anneden Y kromozomlarını babadan alır. Y kromozomu erkeklere özgü bir kromozomdur.



    

19 Şubat 2020 Çarşamba

Faktör 5 Leiden Mutasyonu, Trombofili

    Faktör V Leiden mutasyonuna bağlı trombofilide, aktif protein C'ye (APC) zayıf bir antikoagülan yanıt ve venöz tromboembolizm (VTE) için artmış bir risk söz konusudur. Derin ven trombozu (DVT) en yaygın VTE'dir, bacaklar en yaygın bölgedir.  Tekrarlayan DVT’ler görülebilir. Faktör V Leiden trombofili (heterozigotluk - homozigotluk) gebelik kaybına ve diğer olumsuz gebelik sonuçlarına (preeklampsi, fetal büyüme kısıtlaması ve plasental abrupsiyon) katkıda bulunan önemli bir faktörüdür. (bkz.tekrarlayan gebelik kayıpları) Homozigotların trombotik riski çok daha yüksektir. Gebelik, merkezi venöz kateterler, seyahat, kombine oral kontraseptif (COC) kullanımı ve diğer kombine kontraseptifler, oral hormon replasman tedavisi (HRT), seçici östrojen reseptör modülatörleri (SERM'ler), obezite, bacak yaralanması ve ilerleyen yaş gibi artmış pıhtılaşma faktörleriyle Faktör V Leiden mutasyonu birarada ise tromboz riski daha da artar. 
    Faktör V Leiden trombofili araştırması, derin ven trombozu (DVT) veya pulmoner emboli olarak ortaya çıkan venöz tromboembolizm (VTE) öyküsü olan kişilerde yapılır ayrıca aile öyküsü de endikasyonlardan birisidir. Faktör V Leiden trombofili tanısı, bir probandda heterozigot veya homozigot  mutasyonunun tanımlanmasıyla belirlenir. 
       İlk akut tromboz standart yönergelere göre tedavi edilir. Oral antikoagülasyon tedavisinin süresi VTE rekürrensi ve antikoagülanla ilişkili kanama risklerinin değerlendirilmesine dayanmalıdır. Tromboz öyküsünün olmadığı, asemptomatik Leiden mutasyonu heterozigotları için uzun süreli profilaktik antikoagülasyon rutin olarak önerilmez. Durum risk faktörleri mevcut olduğunda kısa bir profilaktik antikoagülasyon seyri Leiden mutasyonu heterozigotlarında başlangıç trombozu önleyebilir.
Tromboz

       Faktör 5 Leiden mutasyonu olan kadınlar östrojen içeren kontrasepsiyon ve HRT'den kaçınmalıdır. Asemptomatik risk altındaki aile üyelerinin genetik durumu moleküler genetik test kullanılarak anlaşılabilinir. 
Faktör V Leiden trombofili otozomal dominant bir şekilde kalıtsaldır. Faktör V Leiden allelinin genel popülasyondaki yüksek prevalansı nedeniyle, etkilenen bireyin üreme partnerinin genetik durumunun değerlendirilmesi gerekir. Yüksek risk altındaki gebeliklerde preimplantasyon genetik tanı düşünülebilinir. 
Serebral damarlar ve splanknik damarlar gibi alışılmadık yerlerde tromboz da ortaya çıkabilir, ancak daha az yaygındır. Leiden mutasyonu olan birçok birey asla tromboz geliştirmez. Erken yaşta pulmoner emboli veya derin ven trombozu olgularında akla gelmelidir. Leiden mutasyonu için heterozigotluk, VTE öyküsü varlığında bile mortalitede artış veya normal yaşam beklentisinde azalma ile ilişkili değildir. Leiden mutasyonu için homozigot olan bireyler tromboz için heterozigotlardan daha yüksek bir risk taşırken, akut trombotik atakın klinik seyri, homozigotlarda antikoagülasyona heterozigotlara göre daha şiddetli veya daha dirençli değildir.
Heterozigotlarda venöz tromboz için risk yaklaşık üç ila sekiz kat artar. Aşağıda riskler açıklanmıştır.
  • Primer üst ekstremite trombozu için altı kat artmış risk
  • Varisli damarlar, malignite veya otoimmün bozukluklarla ilişkili olmayan altı katlı artmış risk
  • Yüzeysel ven trombozu riski
  • Olağandışı bölgelerde artmış venöz tromboz riski 
  • Dört kat artmış serebral venöz tromboz riski
  • Splanşik ven trombozu riskini artırabilir
  • 11 kat daha fazla Budd-Chiari sendromu riski 
  • Portal ven trombozu riskini üç kat arttırır 
    Homozigotlar, heterozigotlara kıyasla daha yüksek bir trombotik risk taşır ve daha genç yaşta tromboz geliştirme eğilimindedir. Leiden mutasyonu homozigotlarda VTE riski dokuz ila 80 kat artar. Leiden mutasyonu çocuklarda serebral venöz tromboz riskini önemli ölçüde arttırmaktadır. Faktör5 leiden mutasyonlu bie annenin normal gebeliğinde, beş ila on kat artmış VTE gelişme riski mevcuttur. En yüksek VTE riski, doğum sonrası ilk altı hafta içinde ortaya çıkar. Leiden mutasyonu için homozigot olan kadınlarda nispi risk 17-34 kat artar.  Leiden mutasyon heterozigotluğunun fetal kayıp için iki kat artmış bir risk ve birinci trimesterle karşılaştırıldığında ikinci trimesterde dört kat daha fazla kayıp riski ile ilişkili olduğunu bulmuştur. Maternal homozigotluk ölü doğum ile ilişkilidir. Heterozigotluğun ciddi preeklampsi, şiddetli fetal büyüme kısıtlaması ve semptomatik plasental abruption riskini arttırdığını bulmuştur. Arteriyel Tromboz Leiden mutasyonuyla ilişkili değildir. Mevcut kanıtlar, Leiden mutasyonu varlığının, çoğu kardiyovasküler risk faktörlerinin varlığında meydana gelen fetuslarda, çocuklarda ve yetişkinlerde miyokard enfarktüsü ve inme dahil olmak üzere herhangi bir arteriyel tromboz için önemli bir risk faktörü olmadığını göstermektedir. 
    F5 Leidenin R2 mutasyonu (p.His1327Arg) tarafından tanımlanan F5 haplotipi HR2, hafif APC direncine neden olur.Avrupa’da, yaygınlık İsveç'in güneyinde ve Yunanistan'da % 10-15 arasında, İtalya ve İspanya'da% 2-3 arasında değişmektedir. Leiden mutasyonu için homozigotluk sıklığı yaklaşık 1: 5.000'dir. İlk DVT'si olan bireylerin yaklaşık % 15-20'si; tekrarlayan venöz tromboemboli veya östrojene bağlı trombozu olan bireylerin %50'sine kadar. F5 Leiden Mutasyonu beklenir.
    VTE'nin ilk tedavisi için mevcut kılavuzlar, düşük kanama riski ve daha fazla kolaylık nedeniyle varfarin , düşük moleküler ağırlıklı heparin, DMAH) ve oral antikoagülanlardır. (INR) 2.5 (terapötik aralık 2.0-3.0), düzeyinde tutulmalıdır. DMAH ve varfarin emziren kadınlarda güvenlidir. DVT ve / veya PE'li kişiler için en az üç ay antikoagülasyon önerilir. Bununla birlikte, şu anda hiçbir kanıt asemptomatik Leiden mutasyonu heterozigotları için primer profilaksinin faydasını doğrulamamaktadır.  DMAH gebelik sırasında profilaksi ve tedavi için tercih edilen antitrombotik ajandır.
    Tüm Leiden mutasyonlu tromboz öyküsü olan kadınlar için hamilelik sırasında profilaktik antikoagülasyon önerilir. DMAH hamilelik sırasında verilmeli, doğum sonrası altı haftalık antikoagülasyon kürü uygulanmalıdır.  Gebelik sırasında profilaktik antikoagülasyon, tromboz öyküsü olmayan Leiden mutasyonu için heterozigot olan asemptomatik kadınlarda rutin olarak önerilmez. Leiden mutasyonu olan tüm kadınlar potansiyel trombotik komplikasyonlar konusunda uyarılmalı ve gebelik sırasında antikoagülasyon riskleri ve yararları konusunda bilgilendirilmelidir.
    Faktör 5 Leiden mutasyonu olan kadınlarda preeklampsi, plasental abrupsiyon, tekrarlayan gebelik kaybı öyküsü varlığında antitrombolitik tedavi önerilmektedir. 
  • Bir ebeveyn Leiden mutasyonu için heterozigot ise, probandın heterozigot olma riski %50'dir.
  • Bir ebeveyn Leiden mutasyonu için homozigot ise, probandın heterozigot olma şansı %100'dür.
  • Her iki ebeveyn de Leiden mutasyonu için heterozigotsa, probandın homozigot olma şansı %25,  heterozigot olma şansı % 50 ve her iki normal faktörü miras alma şansı % 50’dir.  

DNA, DeoksiriboNükleikAsit

   
                          
    DeoksiriboNükleikAsit (DNA), tüm organizmaların hücrelerinde yer alan canlılık işlevleri için gerekli olan genetik kodları taşıyan bir nükleik asittir. DNA'da bilgi uzun süre saklanarak sonraki kuşaklara aktarılır. Genetik bilgileri içeren DNA parçaları gen olarak adlandırılır. Genler dışındaki diğer DNA dizileri genetik bilginin ne şekilde kullanılacağının düzenlenmesine yararlar.

     DNA, nükleotitlerden oluşan iki uzun polimerden oluşur. Nükleotidler, ester bağları ile birbirine bağlanmış şeker ve fosfat gruplarından meydana gelir. Bu iki iplik birbirlerine ters yönde uzanırlar. Nükleotidin temel yapısı şeker, fosfat ve baz olarak adlandırılan dört tip molekülden biriden meydana gelir. Bir şekere bağlı baza nükleozit, bir şeker ve bir fosfata bağlı baza ise nükleotit denir. Birden çok nükleotidin birbirine bağlı haline polinükleotit olarak ifade edilir.
     Hücrelerde DNA, kromozom içinde paketlenmiş olarak yer alır. Hayvan, bitki, mantar ve gibi ökaryot canlılarda DNA hücre çekirdeği içinde bakteriler gibi prokaryot canlılarda DNA, hücre sitoplazmasında yer alır. Kromozomlarda bulunan histon gibi kromatin proteinleri DNA'yı sıkıştırıp organize ederler. DNA ile diğer proteinler arasındaki etkileşimleri düzenler. DNA zinciri 22- 26 ångström (2,2-2,6 nanometre) genişliktedir.  Bir nükleotit 3,3 Å (0.33 nm) uzunluğundadır. DNA’nın yarısı anneden yarısı babadan gelir. Bu iki uzun iplik birbirine sarılarak bir çift sarmal oluşturur. 
     DNA'da bulunan şeker 2-deoksiribozdur, yani pentozdur (beş karbonlu şeker). İki şekerden birinin 3 numaralı karbonu ile diğerinin 5 numaralı karbon atomu arasındaki fosfat grubu, bir fosfodiester bağı ile şekerleri birbirine bağlar. Fosfodiester bağın şekli nedeniyle DNA ipliğinin bir yönü oluşur. İki DNA ipinin yönü birbirinin tersidir. DNA ipliklerinin bu haline anti-paralel denir. DNA ipliklerin asimetrik olan uçları 5' ve 3' olarak ifade edilir, 5' uç bir fosfat grubu, 3' uç ise bir hidroksil grubu taşır. RNA'da 2-deoksiriboz yerine başka bir pentoz şeker olan riboz bulunur.
      Çift sarmallar birbirine hidrojen bağları ile bağlanır. Dört baz, adenin (A), sitozin (C), guanin (G) ve timin (T) olarak adlandırılır. Bazlar şeker-fosfata bağlanarak bir nükleotit oluşturur, "adenozin monofosfat" bir nükleotittir. Adenin ve guanin, pürin türevi bazlardır, çift halkalı heterosiklik bileşiklerdir; sitozin ve timin ise pirimidin türevleridir, tek halkadan oluşur. DNA'ya benzeyen RNA'da timin yerine urasil bulunur.
DNA
     DNA majör 22 Å genişliğinde ve minör 12 Å genişliğinde olmak üzere 2 oyuk içerir. DNA'nın bir ipliğindeki baz, öbür iplikten tek bir baz ile bağ kurar. Buna tümleyici (komplemanter) baz eşleşmesi denir. Pürinler pirimidinler ile hidrojen bağı kurar, A yalnızca T ile, C'de yalnızca G ile bağ kurar. Karşıdan karşıya bağlı iki baza bir baz çifti denir. Çift sarmalı kararlı kılan hidrojen bağları dışında hidrofobik etki ve pi istiflenmesi vardır. Hidrojen bağları kovalent bağlardan daha zayıftır, kolayca kopup tekrar oluşabilirler. Buna DNA denatürasyonu ve renatürasyonu denir. Mekanik güç veya yüksek sıcaklıkla hidrojen bağları kolaylıkla koparlar. AT'nin iki hidrojen bağı, GC'nin üç hidrojen bağı vardır. GC çifti arasındaki bağ sayısı daha fazla olduğundan AT baz çiftinden daha güçlüdür. GC baz çiftlerinin DNA’daki oranı DNA sarmalları arasındaki bağ kuvvetini belirler. DNA testlerinde bu oran kullanılan sıcaklıkları belirler. DNA dizisi, protein sentezlemeye yarayan mesajcı RNA kopyası ile aynı diziye sahipse, "anlamlı" karşı iplikteki diziye "ters anlamlı" dizi denir. 
A, B, Z DNA Sarmalları

      Doğadaki çoğu DNA molekülü az derecede negatif süper burguludur, bunu topoizomeraz enzimleri sağlar. Bu enzimler aynı zamanda DNA’nın işemesi sırasında DNA’yı açarlar. Canlılarda üç tip burulma şekli görülür A-DNA, B-DNA, ve Z-DNA gözlemlenmiştir. Bu üç biçimden yukarıda betimlenmiş olan "B" biçimi, hücrelerde bulunan şartlar altında En sık B-DNA görülür.

A,B ve Z DNA Sarmalları
     B’ye göre A biçimi daha geniş bir sarmaldır, küçük oluk daha geniş ve sığ, büyük oluk da daha dar ve derindir. A-DNA suyunu kaybetmiş DNA örneklerinde, bazı enzim-DNA komplekslerinde görülür. Metilasyonla DNA parçaları daha büyük biçimsel değişiklik gösterip Z-DNA halini alabilirler. Bu durumda iplikler sarmal ekseni etrafında dönerek sol elli bir spiral oluşturur, B biçimimdekinin tersi yöndedir. Bu DNA tipleri DNA bağlayıcı proteinler tarafından tanınır ve farklı görevlerde yer alır.  

18 Şubat 2020 Salı

Kadın İnfertilitesi


Bir yıl boyunca korunmasız düzenli cinsel ilişkiye rağmen gebelik oluşmaması İNFERTİLİTE olarak tanımlanır. İnfertilite çiftler için psikososyal ve ekonomik bir sorundur. Hiç gebelik elde edilememişse primer infertilite, en az bir kere gebelik elde edilmişse sekonder infertilite olarak adlandırılır. Her ovulatuar siklusta %25 gebelik şansı vardır. Bu oran 3 ayda %57’ye, 6 ayda %72’ye, 12 ayda %85’e yükselir. Otuz bir yaş üstünde, yaş artımı ile gebelik oranları azalır. 12 ay dolmadan araştırılması gerek çiftler:
1)35 yaş üstü kadınlar
2)Oligo/amenoreik kadınlar
3)Uterin, tubal hastalığı ya da endometriozisi ya da abdominal ve pelvik cerrahi geçiren kadınlar
5)Semen anormalliği olan erkekler
6)Ürogenital cerrahi ya da cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü, genital patolojik bulgusu olan erkekler
Kadınlarda fertilite 35 yaşından sonra azalır, 40 yaşından sonra minimaldir. Erkeklerde ise 40 yaşından sonra hafif azalır ve ileri yaşlara kadar devam eder. Reprodüktif çiftlerin %10-15’inde infertilite görülür. Etyolojide %40-55 kadın, %25-40 erkek, %10 oranında hem kadın hem de erkek faktörü etkendir.


FERTİLİZASYON

Kadın İnfertilitesi Etiyolojisi
%30-40’ı Ovulatuvar Faktörler
·  Polikistik over sendromu (PKOS)
·  Hiperprolaktinemi Hipotiroidizm
·  Konjenital Adrenal Hiperplazi
·  Hipotalamik Hipogonadizm
·  Prematür Ovaryan Yetmezlik (POY)
%30-40 Tubo-Peritoneal Faktörler
·   Tubal Obstrüksiyon
·   Tubal Cerrahi Pelvik Adezyonlar
%10-15 İntrauterin Faktörler
·   Konjenital Uterin Anomaliler
·   Mülleriyan Gelişim Anomalileri
·   Fibroidler Endometriyal Polipler
·   İntrauterin Adezyonlar Endometriozis
%10-15 Açıklanamayan Faktörler
·   Antagonist Servikal Sekresyonların Varlığı
·   Hasarlı Endometrial Reseptivite
·   Hasarlı Tubal Siliyal Aktivite
·   Hasarlı Ovum Pick - Up Mekanizması
·   Lüteinize Unrüptüre Follikül Sendromu
·   Luteal Faz Defekti
·   Hasarlı Oosit/Sperm Fertilizasyon Kapasitesi
·   İmmünolojik Faktörler
·   Bozulmuş Pertoneal Sıvı Antioksidan Fonksiyonu
     İnfertil Kadınlarda neden ne olursa olsun genetik olarak kromozom testi yapılması gerekmektedir. Hem infertilitenin nedenini bulmak için hem de IVF öncesi bu sonucun her iki eşten görülmesi PGT planlanması için gerekmektedir. Ayrıca IVF planı yapan anne adayından trombofili paneli de istenmesi uygun olabilir. Erken menopoz olgularında ayrıca Frajil X hastalığı taşıyıcılığı bakılmalıdır. Bu hastalık taşıyıcılığı kadınlarde erken menopoz nedeniyken erkeklerde zeka geriliği vb durumlar yaratabilir. Annenin taşıyıcı olup olmadığını bilmek doğacak çocukları için önlem almak açısından önemlidir.

COVID19 Yatkınlık Testi, IRF7, TLR3