8 Mart 2020 Pazar

Bağımlılık Kalıtımı, Genetik Yatkınlık

     Bağımlılık, poligenik multifaktöriyel kalıtıma sahip bir durumdur. Yatkınlık yaratan bir takım genetik değişiklikler yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Ancak bu değişimlerin tek başlarına tespiti kişide bağımlılık olacağı anlamına gelmez. Buradaki en önemli gösterge ailede bağımlılığı ya da başka psikiyatrik bir hastalığı olan kişilerin mevcudiyetidir. Riskin arttığı anlamına gelir. Psikiyatrik hastalığın genetiği çok karmaşık ve bir miktarda birbirleriyle bağlantılıdır. Bağımlılıkta yatkınlık yaratan genler büyük ölçüde dopamin, serotonin ve opioid yolaklarında yer alan proteinleri kodlayan genlerdir.

Alkol Bağımlılığı: 

DRD4, 5-HTTLPR, DRD2, ANKK, ALDH1B, ALDH2 ve OPRM1genlerindeki bir takım spesifik değişiklikler alkol bağımlılığı olan kişilerde daha çok karşımıza çıkmaktadır. İkiz çalışmalarında alkol bağımlılığının kalıtım oranları %48-60 olarak tespit edilmiştir. Bu genlerdeki değişimler bağımlılığın görülme yaşlarını da etkilemektedir.

Nikotin Bağımlılığı: 

Kalıtım oranları %33-71 olarak tespit edilmiştir. 15 kromozomdaki nikotinik asetilkolin reseptör gen ailesindeki CHRNA5, CHRNA3, CHRNB4, ANKK1genlerinin polimorfizmleri (farklılık) nikotin bağımlılığında rol oynamaktadır. 20. kromozomdaki CHRNA4 genindeki değişiklikler alınan nikotin miktarını etkilemektedir.

Kokain Bağımlılığı: 

DRD2/ANKK1, NCAM1, TTC12, CALCYON, dopamin beta-hidroksilaz geni DBH, COMT, opioiderjik genler POMC, CNR1, sirkadyen ritm genleri CLOCK, PER1, PER2 TPH2, MANEA, CHRNA5/A3/B4 gibi tüm bağımlılık çeşitlerinde ortak yolaklarda görev alan genler kokain bağımlılığıyla ilişkilendirilmiştir. Kalıtım ağırlığı %42-79 olarak tespit edilmiştir.

Esrar Bağımlılığı: 

Cannabinoid reseptör 1 geni (CNR1), FAAH, GABRA2, GABA genlerinde değişiklikler saptanmıştır. %35-60 genetik faktörler sorumludur.

Opioid Bağımlılığı: 

Opioid reseptör genleri OPRM1, OPRD1, OPRK1 genleri etkilidir. Tedavide bu gen yolakları kullanılır, naltrekson ve metadon bu yolaklara etkir. Ayrıca PDYN, PENK genleri de bağımlılıktan sorumludur. Genetik ağırlık %54 civarındadır.

Kumar Bağımlılığı: 

Verdiği haz nedeniyle diğer bağımlılıklarla aynı yolaklar etkilidir. Katım %50’lere varmaktadır.
Bağımlılık



7 Mart 2020 Cumartesi

Depresyon ve Genetik

     Depresyon, azalmış konsantrasyon, enerji, benlik saygısı, azalmış iştah ve uyku kalitesi gibi semptomların yanı sıra kalıcı düşük ruh hali ile karakterize bir sendromdur. Depresyon klinik olarak heterojendir. Bireyler semptom şiddeti, tedavi yanıtı ve sonuçları bakımından büyük farklılıklar gösterir. Belirli bir zamanda nüfusun en az %2-4'ünü, bir yaşam süresi boyunca en az %16'sını etkiler.
Depresyon poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Birçok genetik varyantın kişinin yatkınlığını sağlaması ve çevresel etkilerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Genetik varyantların belirtilmesi hastalığa yatkınlığın tespitinden ziyade hasta kişilerdeki ilaç seçimi ve tedavi takibi açısından önemlidir.
     Geçtiğimiz 40 yıl içinde, depresyonla ilgili birçok ikiz çalışması sonucu, genetiğin depresyon etiyolojisinde %31-42 oranında sorumlu olduğu bildirilmiştir. 
     Border ve ark. (2019) 18 majör depresif bozukluk aday genini değerlendirmiştir (örn. SLC6A5, BDNF, COMT ve HTR2A). Ancak destekleyici bir bulguya rastlamamışlardır. 
 
Depresyon Genetiği
     Genetik çalışmalar, depresyonun altında yatan sorumluluğun poligenik olduğunu göstermektedir. Kapsamlı bağlantı, aday gen ve genom (GWAS) çalışmaları, kalıtsal bileşenin, her birinin küçük bir etkiye sahip olduğu binlerce lokustan kaynaklandığını bildirmektedir. Genom geneli depresyon ile SNP ilişkilerini test eden GWAS'lar, 102 yaygın genetik varyantı tanımlamıştır. Bu varyantlar depresyona genetik katkının sadece küçük bir kısmını oluşturur. Depresyon gibi poligenik bozukluklarda, her varyantın risk üzerinde mütevazı bir etkisi vardır. 
     Aday genler esas olarak hastalığın patofizyolojik mekanizmasına ve ilacın etki mekanizmasına dayanarak belirlenir. Mevcut hipoteze göre, depresyon için aday genler esas olarak nörotransmitter sistemi, hipotalamik-hipofiz-adrenal eksen (HPA) ve beyin kaynaklı nörotrofik faktöre (BDNF) odaklanmaktadır. Gen-çevre etkileşimlerinin anlaşılması derinleştikçe, aday genler hakkındaki mevcut araştırmalar genellikle stres ve travma gibi yaşam olaylarıyla ilişkilidir. Bir dizi çalışma, dopamin reseptör geni, dopamin β-hidroksilaz (DBH) geni, dopamin taşıyıcı (DAT) geni ve beyin kaynaklı nörotrofik faktörü (BDNF) aday gen olarak belirlemiştir. Depresyonda 5-hidroksi triptamin taşıyıcı (5-HTT) geni, monoamin oksidaz A (MAOA) geni, katekol-O-metiltransferaz (katekol-O-metiltransferaz, COMT gen ekspresyon seviyeleri stres ve depresyona dayanma kabiliyeti düşüktür. HPA ekseninde yer alan FKBP5 geninin ekspresyon seviyesinin depresyon öyküsü ile ilişkili olduğunu bildirilmiştir. 
     HPA ekseninin meta analizi, kortikotropin salgılatıcı hormon bağlayıcı protein (CRHBP) geninin, kortikotropin salgılatıcı hormon reseptörü 1 (CRHR1) geninin ve probiyomiklanokortin (POMC) lokusunun ve proopiomelanokortin (POMC) lokusunun antidepresanların etki mekanizması ve miktarı ile ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Başka bir çalışma, CRHBP gen polimorfizmi depresyon hastalarında antidepresan tedaviye yanıtı ve bireysel düzeyde en iyi antidepresan cevabını tahmin edebileceğini bildirmiştir.
     Kronik stres altında hipokampusta IL10 gen ekspresyonunun azalması monoaminerjik nörotransmitter aktivitesi ve anksiyete ve depresif semptomlarla ilişkilidir. Ek olarak, bilim adamları ayrıca bağışıklık ile ilgili genlerin (mikrobiyal-bağırsak-beyin ekseni) depresyon mekanizmasında yer aldıklarını bulmuşlardır. 
Kronik stres, etkileri altında farelerde bağırsak florasının düzenlemek için oligofruktoz ve galaktozun eşzamanlı kullanımı hipokampusta BDNF geninin GABAB1 reseptör geni ve GABAB2 reseptör geninin ekspresyonunu artmıştır. Yani antidepresan mekanizmalar devreye girmiştir.
     Ek olarak, yapılan son çalışmalarda NETRIN1 sinyal yolunun, merkezi sinir sisteminin gelişimi sırasında doğru sinir devrelerinin oluşumuna katkıda bulunan depresyon için bir aday yol olarak kullanılabileceği bulunmuştur. 
 

4 Mart 2020 Çarşamba

Spina Bifida, NTD Genetik mi?

     Vertebral kanalın (omurga) embriyonel dönemde (gebelik sürecinde) orta hat birleşme defektlerine spinal disrafizm (omurga açıklığı) denir. Bu kapanma defektleri omur arka elemanlarını içeriyorsa spina bifida şeklinde isimlendirilir. Nöral tüp defektleri (NTD)’nin omuriliği tutan şeklidir. Nöral tüp defektlerinin beyni tutanı ise anensefalidir.

1. Spina bifida okülta (kapalı) murgadaki bu belli belirsiz defekt omuriliğin sıkışmasına ve gerilmesine neden olabilmektedir.

2. Spina bifida sistika (keseli spina bifida) Deri tabakası ile örtülü bir kese ya da kist mevcuttur. Meningosel ve meningomyelosel gibi farklı ağırlıklarda türleri vardır.

Spina Bifida, NTD


     Bir gebede spina bifida defektli bebek doğurma oranı 3/1000’dir. Bir annenin önceden orta hat defektli bir bebeği varsa, yeni doğuracağı bebekte oran 60/1000’e yükselir. Defektli bebek sayısı iki ise oran 130/1000’dir. Spina bifidalı bir annenin çocuğunda defektin görülme oranı 30/1000 olarak bilinmektedir. Spina bifida genetik, çevresel faktörlerin birarada rol aldığı bir durumdur. Gebelikte antiepileptik (valproik asit) kullanımı, annede tedavisiz diabetes mellitus, folik asit eksikliği spina bifida riskini arttırmaktadır. Folik Asit kullanımının nöroprotektif etkisi spina bifida riskini düşürmektedir.

      Spina bifida bazı genetik sendromlara da eşlik edebilir. Bu sendromlarda spina bifida dışında ciddi kardiyak anomaliler, mental retardasyon, ekstremite ve organ anomalileri de yer alabilir. Bu sendromlar çok nadir görülen sendromlardır.

        Spina bifidanın genetiğinde rol alan genlerden bahsedecek olursak. İlk olarak karşımıza nöroepitelyal hücre hareketinin yönlülüğüne müdahale eden PCP (düzlemsel hücre polaritesi) genleri karşımıza çıkar. (örneğin, WNT5A, WNT11PTK7, SEC24B, INTU ve FUZ genleri) GRHL2 geni önbeyin kapatılması için GRHL3 geni, orta torasik bölgenin arka kısmının kapatılması için gereklidir ve posterior nöroporun (PNP) kapatılması için GRLH2 ile işbirliği yapmaktadır.

     Mena, Vasp ve Evl gibi aktin düzenleyici proteinlerin genlerinde veya ABL1, ABL2, MAPK8 gibi hücre kinazları genlerindeki mutasyonlar ve MAPK9'un hepsi farelerde NTD’ye neden olmaktadır. NTD'ye neden olan ve kranial nöral krestte eksprese edilen iki gen, transkripsiyon faktörü Tcfap2a ve hücre adezyon faktörü Cdh2'dir (N-kaderin).

    Farelerin mutant embriyolarda CARTL (ALX1) ve ALX3'ün ekspresyon kaybı, anensefaliye neden olduğu görülmüştür. CART1 (ALX1) için mutant embriyolar, ön beyin kıvrımlarının gecikmeli kapanmasıyla birlikte, ön bölgede apoptoz ve geçici mezenkim eksikliğine sahiptir; %10'unda orta beyin eksensefali ve/veya bölünmüş yüz gelişir. INCA1 önce nöral tüp oluşumu öncesinde ve sırasında kraniyal mezenkimde ve daha sonra mezenkimde göçü sırasında kraniyal nöral krestte eksprese edilir. INCA1'in fonksiyon kaybı, orta beyin %5-7 oranında eksensefali yatkınlığına neden olur. 

    SALL gen ailesinin SALL1, SALL2 ve SALL4 üyeleri, kromatin yeniden şekillendirme kompleksleriyle etkileşime giren, heterodimerler oluşturabilen transkripsiyon baskılayıcılardır ve hepsi nöral kıvrım yükselmesi sırasında kraniyal nöroepitelde ifade edilir. Bu SALL genlerinin her biri için fonksiyon kaybı mutasyonları NTD’ne neden olur.

    Shroom3 (SHRM), F-aktini bağlayan ve hücre içindeki dağılımını düzenleyen bir hücre iskelet proteinini kodlar. Sinir katlanması sırasında Shroom3, kranial nöroepitelde, kraniyal mezenkimde kuvvetle eksprese edilir. Tüm Shroom3 mutant homozigotları orta-beyin ve arka-beyin eksensefali içerir, çoğu da bölünmüş yüze sahiptir ve bazılarında spina bifida aperta bulunur. 

   Kraniyal nöral tüp kapatma defektlerinde kadınların çarpıcı bir baskınlığı yıllardır bilinmektedir; insan anensefalik ve fare eksensefaliklerin yaklaşık üçte ikisi kadındır. İnsanlarda kraniyal nöral tüp kapatma kusurları arasındaki kadın fazlalığının nedenlerini tanımlamak zordur. Farelerde genetik deneyler, kraniyal NTD'ye daha yüksek duyarlılığın, Y'nin yokluğunda değil, kadınlarda iki X kromozomunun varlığından kaynaklandığını göstermiştir.

    Kadınlarda erkeklerden daha yüksek frekanslarda ortaya çıkan çeşitli bozuklukları açıklamak için önerilen bir mekanizma, inaktif X üzerindeki bazı genlerin değişken bir şekilde susturmadan kaçması ve bir gen ekspresyon dengesizliğine neden olmasıdır. Ek folik asit kadınlarda “heterokromatin havuzunu” telafi eder ve temel kromatin düzenleyici faktörlerin mevcudiyetini geri kazanması sağlar ve NTD'nin kadınlarla aynı risk seviyesini azaltır. Daha sonra, belki de farklı bir mekanizma yoluyla, bol folat, her iki cinsiyette de bu alt kümedeki NTD riskini azaltmak için vakaların genetik zayıflıkları ile etkileşime girer. Ayrıca erken gebelik sırasında maternal folik asit enjeksiyonu, Lrp2 mutantlarındaki NTD frekansını yarıya indirir.

    NTD’de folat yetersizliği, homosistein yüksekliği, MTHFR gen polimorfizmlerinin risk oluşturduğu bilinmektedir. Folat DNA sentezi, tamiri ve metilasyonunda rol alır. MTHFR gen varyantları folat’ın homosisteine yıkılmasını etkilemesi nedeniyle yetersizliği homosistein yüksekliğine neden olur.

    Gebelikten önce ve gebeliğinin ilk ayında folik asit takviyesi alan gebelerde NTD’de %50’ya varan azalma görülmektedir.

    Genel olarak baktığımızda spina bifida ve diğer NTD’leri poligenik multifaktöriyel kalıtıma sahip defektlerdir. Ayrıca gebelik sırasında 4. ayda yapılan üçlü tarama testindeki AFP (alfa feto protein) artışı NTD riski açısından hekimi uyarır. Ardından gebelik ileri düzey ultrasonlarla takip edilir. NTD saptanırsa aile ve bebeğin durumuna göre gebeliğin devamı ya da sonlandırılması için karar verilir.

3 Mart 2020 Salı

Lösemi, Kan Kanseri Genetik Mekanizmaları


     Lösemiler, halk arasında kan kanseri olarak tabir edilir ve hematopoetik sistemden kaynaklanan neoplazik kan hastalıkları olarak adlandırılırlar. TP53 genindeki doğuştan gelen mutasyonlar gibi bir takım germline mutasyonlar kişinin ileriki hayatında lösemiyle karşılaşmasına neden olabileceği gibi, lösemiler büyük oranda poligenik multifaktöriyel kalıtım gösteren hastalıklardır. Günümüzde kanda ya da kemik iliğinde saptanan kanser hücreleri üzerindeki somatik yani tümör dokusuna ait değişiklikler löseminin tedavi ve takibinde büyük gelişme sağlamıştır. Burada ayrıntılarıyla bahsedeceğimiz kısım löseminin somatik hücre mutasyonlarıdır.

     Sitogenetik çalışmalar lösemilerin yaklaşık yarısında sık tekrarlayan kromozomal anormalliklerin bulunduğunu göstermiştir. Bu yapısal kromozom anormallikler translokasyonlar, inversiyonlar ve delesyonlardır. Etkilenen bölgelerde bulunan genlerin lökomogenezde, hematopoetik sistemin gelişimi ve fonksiyonunda rol oynadıkları gösterilmiştir. Lösemiler kan hücrelerinin gelişim, olgunlaşma ve homeostazis sürecinde rol oynayan genlerin anatomik (mutasyon gibi genetik) ya da fonksiyonel (metilasyon, epigenetik) olarak (somatik mutasyonu) hatalı çalışmaları nedeniyle ortaya çıkar. Genellikle özel bir hematopoetik farklılaşma hattının lösemisi ile sonuçlanır. Bu da hematopoezisin (kan hücre gelişimi) belli bir döneminde löseminin belli tiplerinin belirli gen yada genlerin değişime uğraması sonucu ortaya çıktığını düşündürür.

     Örneğin, bazı akut miyeloid lösemi (AML) olgularında, granülosit farklılaşmasında temel rolü olan C/EBP-α geni mutasyonları gösterilmiştir.

Gen regülasyonunun bozulduğu durumlarda ortaya çıkan lösemiler iki şekilde karşımıza çıkar.

1.Gen Füzyonu: Farklı bir protein genellikle ilgisiz bir protein ile füzyona uğrayarak (birleşerek) kimerik bir protein oluşturur. Bu kimerik protein hücrenin kansere dönüşümüne (malign transformation) sebep olur. Miyeloid lösemilerin büyük bir çoğunluğunda t(9;22), Philedelphia kromozomu yani bcr-abl translokasyonu gözlenmektedir.

2.Gen Aktivasyonu: Transkripsiyonu kontrol eden bir genin uygun olmayan bir biçimde başka bir genin kontrolu altına girmesidir. Gen aktivasyonu ile sonuçlanan kromozomal translokasyonlar lenf dokularında meydana gelir, gen ifadesinin kontrolü bozulur.

3.Diğer: Genetik ve epigenetik mekanizmalar, tümör baskılayıcı genlerde, onkogenlerde görülen nokta mutasyonlar, gen delesyonları ve DNA metilasyonu lösemiye neden olur. B hücreli kronik lenfositik lösemide, gözlenen ve bir tümör baskılayıcı gen olan p53 mutasyonları gözlenirken, plazma hücreli lösemilerde onkogenlerden N ve K-Ras aktive edici mutasyonları en sık genetik değişiklikler olarak bilinir.

     Lösemilerde gösterilen translokasyonların bir çoğunluğu hematopoetik farklılaşmada rol oynayan transkripsiyon faktörlerini etkilemektedirler. Bu faktörlerden biri corebinding factor, CBF, AML’lerde sık görülen bir translokasyon, t(8;21)’in kimerik proteini tarafından fonksiyonel olarak etkisiz hale getirilebilmektedir. Lösemi oluşurken temel nokta transkripsiyon faktörlerinin fonksiyonlarını etkilemektir, yani kök hücrelerden matür kan hücrelerine geçiş sağlanamaz.

Periferik Yayma, Blastlar

      Farklılaşmanın engellenmesi PML-RARa translokasyonu sonrası hızlı çoğalma basamağında RTK geninin aktivasyonu ile sağlandığı ileri sürülmüştür. İki mutajenik büyüme faktörü geni FLT3 ve c-kit mutasyonlarının AML vakalarında olması bu iki basamaklı lökomogenez hipotezini desteklemektedir.

     Lösemiler kendi kendini yenileme kapasitesi olan prelösemik kök hücrelerinden gelişmektedirler. Kronik myeloid lösemi blast hücrelerinde, mutasyona uğradığı gösterilmiş olan b-katenin proteininin hücre çekirdeğinde toplanmasının bu kök hücrelerinin kendi kendini yenileme özelliğinden sorumlu olduğu düşünülmektedir.

     Tüm bu kromozomal ve genetik değişikliklerin rol aldığı yolaklara göre aynı hastalık için bile farklı tedavi protokolleri kullanılmaktadır. Bu ayrıntılı moleküler araştırmalar sonucu uygulanan tedaviler oldukça etkili hale gelmiştir. Lösemilerde çocuk ve erişkin hastaların yaşamları uzamış yaşam kaliteleri artmıştır.


1 Mart 2020 Pazar

Endometriyum Kanseri, Rahim Kanseri Genetik mi?

     Endometriyum kanseri rahim iç yüzeyinin kanseridir. Multifaktöriyel kalıtım yüksek orandadır. Ancak küçük bir kısmı tek gen hastalığı şeklinde karşımıza çıkar ve genetik testlerle endometriyum kanserinin nedeni ortaya çıkarılabilinir. Hasta bu bilgiyle yeni kanser türleri açısından korumaya alınır. Ayrıca ailenin diğer bireyleri tespit edilen genetik mutasyon için taranarak yakın takibe alınır ya da alınabilir organlar hastanın yaşı ve koşulları göz önüne alınarak koruyucu amaçlı alınabilinir. Ayrıca yeni doğacak aile bireyleri seçilmiş embriyolarla yani tüpbebek ve preimplantasyon genetik tanı ile bilinen mutasyondan korunabilir. 
 
Endomerium Kanseri

     MSH6, MLH3, TP53 gibi genlerdeki mutasyonlar endometriyum kanseriyle karşımıza çıkabilir. Burada önemli olan ailede kolon kanseri, meme kanseri özellikle erken yaşta, beklenmedik şekillerde varsa endometriyum kanseri açısından uyanık olmamız gerekir. Kadın doğum uzmanımıza kendisinin önerdiği aralıklar muayene olmamız gerekir. Ayrıca genetik danışma almak da önemlidir. Ailedeki indeks vakaların yani kanser olan kişilerin araştırılarak hastalığa neden olan mutasyonun bulunması aileyi korumak açısından önemlidir.

     Ayrıca tümör dokusunda tespit edilecek genetik hatalar, tedaviye yön verme evreleme gibi süreçlerde doktorunuza yardımcı olacaktır. Somatik mutasyon şeklinde tümör üzerinde gördüğümüz hatalar MSH3 ve CDH1 genlerindedir.
  
     Endometriyum kanseri yaşayan kişiler, meme polikliniğine bağlanmalı, kolonoskopi ve endoskopiyle takip edilmeli, yeni bir primer tümör açısından gözü açık davranmalıdır.

29 Şubat 2020 Cumartesi

Yaratıcılık Geni, Yetenek

            Güzel sanatlar, güzellik ve zevkle ilgilenen sanatlardır. Daha önce “müzik” in genetiğinden bahsetmiştik. bkz.(Müzisyen Geni) Bu yazıda resim, heykel, mimarlık, şiir, yazarlık, oyunculuk vb. diğer sanat dallarının bütününü kapsayan ve kısaca yaratıcılık dediğimiz kavramın genetiğinden bahsedeceğiz. Yaratıcılık, yeni ve değerli bir şey oluşturma olgusudur. Kişinin kendini anlatmasının yollarından birisidir. Genetik yatkınlık kadar çevresel faktörler de yaratıcılığın geliştirilmesi konusunda çok önemlidir. Yani başka bir ifade ile yaratıcılık ve yaratıcı düşünme poligenik, multifaktöriyel bir özelliktir. Yapılan araştırmalarda bazı genlerde yaratıcılıkla bağlantılı birtakım değişiklikler bulunmuş olsa da, bu değişiklikler kişilerin yaratıcılığı hakkında tek başlarına fikir vermezler. Poligenik multifaktöriyel bir özellik olan yaratıcılığın sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi, ancak kişinin yarattığı eserlerin değerlendirilmesi ile mümkündür.
 
Yaratıcılık, Yetenek
            Yaratıcılık sadece bilim, teknoloji ve sanattaki birçok yeniliğin değil, aynı zamanda insanların günlük yaşamlarında karşılaştıkları ortak sorunlara yeni çözümlerin de temelini oluşturur. Son zamanlarda bilişsel sinirbilimde önemli bir konu olarak ortaya çıkmıştır.

            Çalışmalar dopaminerjik sistemin yaratıcılığa etkisi olduğuna işaret etmiştir. Yaratıcılığın dopamin D2 reseptör geninin (DRD2) polimorfizmleri ile önemli ölçüde ilişkili olduğunu bulunmuştur. Yaratıcı düşünebilme akıcılığı DAT, COMT, DRD4 ve TPH1 genleri ile bağlantılı bulunmuştur. Ayrıca, sözel ve şekilsel düşünmenin çeşitli yönlerinin, COMT ve DRD2 genlerinin çeşitli polimorfizmleri ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.

            Dopaminerjik (DA) sistem içinde DA D2 reseptör geni (DRD2) ve katekol-O-metiltransferaz geni (COMT) en çok ilgi çeken genlerdir. DRD2'deki birkaç tek nükleotid polimorfizminin (SNP) ıraksak düşünme kabiliyeti ile ilişkili olduğu bulunmuştur. 5-HT ile ilişkili triptofan hidroksilaz geni üzerindeki birkaç SNP'nin de farklı düşünme görevlerindeki performanslarla ilişkili olduğu bulunmuştur. Oksitosin reseptör genindeki bir SNP, rs1042778, farklı yaratıcı düşüncenin akıcılığını, esnekliğini ve özgünlüğünü sağlamaktadır. 

            Yaratıcılık tek bir faktöre dayandırılamayacak çok komplike bir yetenektir. Yaratıcılığa etki eden bildiğimiz kesin bir şey varsa o da eğitimdir. Ayrıca farklı sanat dallarında etkili olan ortak genler söz konusudur. Peki sanat ayrımını yapan nedir? Ya da sanat genlerindeki değişiklikleri taşıyan herkes neden sanatçı değildir? Bunun gibi birçok sorunun cevabı çevresel faktörler ve bilemediğimiz farklı komplike mekanizmalardır.

Over Kanseri, Yumurtalık Kanseri Genetik mi?

Over kanseri (yumurtalık kanseri) hangi yaşta olursa olsun, aile öyküsünden bağımsız olarak genetik test yapılıp araştırılması gereken bir kanser türüdür. Ailede over kanseri varsa tüm aile üyeleri meme kanseri, over kanseri ve kolon kanseri açısından uyanık olmak zorundadırlar. Mümkünse öncelikle kanser olan kişi genetik olarak araştırılarak sorumlu genetik mutasyon bulunmalı ardından ailenin diğer üyeleri tıbbi genetik uzmanının uygun gördüğü şekilde mutasyon açısından taranmalıdır. Tarama sonucunda mutasyon pozitif bireyler ya yakından takip edilir, ya da alınabilir riskli organlar riski ortadan maksimum derecede kaldırmak için sağlıklı kişinin onayı ve uygunluğuyla alınabilinir. Ayrıca sorumlu mutasyonun sonraki kuşaklara geçmesi tüp bebek ve PGT (preimplantasyon genetik tanı) ile önlenebilir. Over kanserinin genetiğinden sorumlu birçok gen vardır, bir kısmı da henüz bilinmemektedir. Bilindiği kadarıyla over kanserinde ilk olarak araştırılması gereken iki ailesel kanser sendromu vardır.

Bunlar;

Lynch Sendromu: MLH1, MSH2, MLH3, MSH6, EPCAM, PMS2, TGFBR2 genlerindeki mutasyonların neden olduğu bir sendromdur. Otozomal dominant geçiş söz konusudur. Yani hastalık anne ve babadan gelen allellerin tek bir tanesindeki mutasyonla ortaya çıkar. Lynch sendromu kolon kanseri sendromudur. Ancak over kanseri de görülebilinir. Over kanserinde araştırılması gerekir. 

Ailesel Meme Over Kanser Sendromu: Meme ve over kanseri bu ailelerde çok yaygındır. BRCA1, BRCA2, RAD51D, RAD51C genleri sorumludur. En sık meme kanseriyle karşımıza çıkar. 
Bu sendromlar dışında OVCA1, OVCA2 genleri ve bir takım kromozomal değişiklikler over kanserinden ailesel olarak sorumlu tutulmaktadır.

Genetik neden ortaya konulmamış olsa da ailede over kanseri varsa kadın-erkek aile bireyleri kolon kanseri,pankreas, prostat vb. ve meme kanseri açısından takip edilmelidir. 
 
Sağlıklı Ovulasyon Sürecindeki Over

Tüm bunlar dışında sadece tümör dokusunda mevcut olan OPCML, PIK3CA, AKT1, CTNNB1, RRAS2, CDH1, ERBB2, PARK2 genlerine ait mutasyonlar mevcut olabilir. Tömör dokusundaki bu mutasyonların varlığı tedaviyi etkiler, kullanılan ilaçlar ve ömür boyu takip şekli açısından doktorlara fikir verir. Bu mutasyonlar somatik mutasyonlardır. Hastanın kanından alınıp bakılamaz ya da aile bireyleri somatik mutasyonlar açısından araştırılmaz. Aileyi korumak için bizim aradığımız mutasyonlar germ line mutasyonlardır. Yani doğuştan itibaren var olan ve kuşaktan kuşağa geçen mutasyonlardır.

Over kanseri olan kişi tedavi sürecini tamamladıktan sonra tüm kanser türleri açısından sıkı takibe alınır.

26 Şubat 2020 Çarşamba

Müzisyen Geni, Müzik Kulağı, Ritm Duygusu


     Müzik yeteneği, herkeste olmayan ve bazı ailelerde çok sayıda olabilen kişilerin sahip olduğu, genetik ağırlığı fazla olan bir yetenektir. Müzisyen birinin ailesine baktığınızda en az bir ebeveyninin veya birkaç akrabasının müzikle ilgilendiğini fark edersiniz. 
     
     Yapılan ikiz çalışmaları, segregasyon, linkaj analizleri de müzik yeteneğinin kalıtsallığını ispatlamaktadır. Birçok farklı gendeki birçok farklı değişiklik bazı ailelerde evlilik gibi sosyal etkileşimlerle de yığılır. Bu genetik yığıntılar müzik yeteneği halini alır. Bu yığıntıdan daha fazla pay alan aile biriyi yeteneği en fazla olan aile bireyi olur. Bu genlerden bahsedecek olursak, 12. kromozom üzerindeki AVPR1A geni, müzik algısı, müzik hafızası ve müzik algılama ile ilişkilendirilirken, 17. Kromozom üzerinde yer alan SLC6A4 geni müzik hafızası ve koro katılım yeteneği ile ilişkilendirilmiştir. ADCY8 geni sadece beyinde ifade edilen bir gendir ve öğrenme ve hafıza süreçlerinde rol oynar. Bu gen üzerindeki farklılıklar da müzik yeteneğini etkilemektedir. EPHA7 geni ise beyin gelişiminde, özellikle de işitsel korteks ile diğer kortikal bölgeler arasında ilişki kurulmasını sağlayan bir gen olup müzik kabiliyetini etkilemektedir.  
Yapılan ikiz çalışmalarında melodik algılama yeteneğinin %71-80 oranında genetik altyapısının olduğu tespit edilmiştir.

     UNC5C, ROBO1 ve TRPA1 genleri bireylerin ses algılama yeteneğinde değişkenliğe yol açtığı bilinmektedir.
Müzik


     SLC6A4, TPH1 ve DRD2 gibi diğer aday genlerinin değişimleri sosyal biliş ve davranışta önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir. Bu çalışma müzik algısı ile insanın sosyal işlevleri arasında potansiyel bir bağlantı olduğunu düşündürmektedir.

      İç kulağın gelişiminde rol oynayan GATA2 (GATA bağlayıcı protein 2) genidir. Çevresel algı yollarında, müzik algısı için gerekli ses perdesi, yön ve ses yüksekliği bilgilerinin ilk entegrasyonunu destekleyen önemli bir yapıdır. PCDH7 geni ise tavuğun gelişmekte olan kokleasında ve farenin amigdalasında eksprese olur ve müzik algısındaki rolü önemlidir. Ritim alanında, bir çalışma, FOXP2 (Forkhead box protein P2) geninin 7q31 kromozomu üzerindeki mutasyonunun ritim algısını ve üretimini bozduğunu, bildirmiştir.
BDNF (beyinden türetilmiş nörotrofik faktör) geni hipokampusta (yeni öğrenme ve hafıza için temel bir yapı) eksprese olan yetişkin beyninde müzik hafızası ile ilişkili olan bir gendir.
Bilim insanları substantia nigra'da yüksek oranda eksprese edilen UGT8 geninde şarkı söyleme doğruluğu ile önemli ölçüde ilişkili olan eşanlamlı olmayan bir SNP (rs4148254) keşfettiler. Bulgular, müzikteki yaratıcı fonksiyonların güçlü bir genetik bileşene sahip olabileceğini ve kalıtım tahmininin % 84 olduğunu göstermektedir.
      Soy ağacı verileri kullanılarak, şarkı söyleme doğruluğunun kalıtım derecesi % 40 olarak bildirilmiştir.
      Bahsi geçen tüm genlerdeki çeşitli farklılıkların müzik yeteneğinde rol aldığı bilinmektedir. Her şeye rağmen genetik yatkınlıklar dış faktörlerle şekillendirilmelidir ki müzik yeteneği ifade edilebilsin. Ayrıca bildiğimiz genler bir kişinin müzik yeteneğini açıklayabilme konusunda oldukça yetersizdir. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.

25 Şubat 2020 Salı

Akciğer Kanseri Genetik mi?


     Akciğer kanseri; tüm dünyada kanser ölümlerinde birinci sırada yer alan kanser nedenidir. Erkeklerde kanser ölümlerinin %33’ünden, ölümlerin ise %8’inden, erkeklerde kanserlerin %16’sından, kadınlarda kanser ölümlerinin %25’inden sorumludur. 

     Akciğer kanseri; genetik ve çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığı poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Birçok farklı genetik değişiklik aile kalıtımıyla bir araya gelir, sigara gibi dış faktörlerinde devreye girmesiyle kanser ortaya çıkar. Sıklığı ve mortalitesi (ölüm oranı) yüksek olan bir kanser türüdür. En önemli etiyolojik faktör sigaradır. Ailesinde Akciğer kanseri olan biri sigara içmemelidir. Akciğer kanseri erkeklerde %85, kadınlarda %70’i sigaraya bağlı olarak gelişmektedir. Ancak sigara içenlerin %20’sinden azında akciğer kanseri gelişir. İleri yaş, erkek cinsiyet, siyah ırk, beta-karotenden fakir beslenme, iyonize radyasyon, asbest, arsenik, vinilklorid, geçirilmiş akciğer enfeksiyonlarına bağlı skar zemininin varlığı ve genetik faktörler etiyolojide yer alan nedenlerden bazılarıdır. (bkz. kanser genetik mi?)
     
     Akciğer kanserli kişilerin ailelerinde akciğer kanseri ve GİS-gastrointestinal sistem kanserleri anlamlı derecede yüksektir. Akciğer ve/veya GİS malignitesi tanısı alan hastaların aile bireyleri sigara kesinlikle kullanmamalıdır. Yapılan araştırmalarda 18q21, 9p21, 17q, 11q23, 14q11 gibi kromozomal bölgeler Akciğer kanserli hastalarda delesyonlu olarak tespit edilmiştir.  
Akciğer Kanseri

     
     Ailede akciğer kanseri varsa risk net olarak ifade edilememekle birlikte diğer aile bireyleri için artmıştır. Birinci derece akrabaların riski 3 kat artmaktadır. Sigara içenler ise kanser risklerini %30 arttırmaktadırlar. Özellikle sigaradan bağımsız gelişen adenokarsinomun ailesel yatkınlığı daha belirgindir. Sigaraya bağımlı akciğer kanserinde kanser olan kişinin yaşı aile bireyleri açısından genetik yatkınlık için önemlidir. Kanser olan kişinin yaşı ne kadar gençse genetik  alt yapı o kadar fazladır.

     Akciğer kanserinden sorumlu ve anne-babadan çocuğa direkt %50 ihtimalle geçiş gösteren 2 gen bilinmektedir. Bunlar p53 ve EGFR genleridir. Bu genler üzerinde germline mutasyon taşıyanlar yani anne karnından itibaren mutasyonu tüm hücrelerinde barındıran olgular,  akciğer kanseri riskini çok yüksek oranda taşırlar. Bu kişilerde taşıdıkları mutasyon saptandıktan sonra erken tanı açısından diğer kanser türlerinin gelişme ihtimalleri yakından takip edilir. Yine mutasyonu olan kişilerin birinci derece akrabalarında genetik danışma ile mutasyonun varlığı araştırılır. Mutasyon varlığında henüz kansere yakalanmamış mutasyonlu kişiler takibe alınır. Gebelik planladıklarında tüp bebek ve PGT ile mutasyonsuz embriyo ile sağlıklı çocuk sahibi olabilirler. 
     Ayrıca Akciğer Kanseri olan olguların tümör dokularında somatik mutasyon dediğimiz, kanser dokusunun sadece kendisinde yer alan mutasyon tipleriyle evrelendirme, hastalığı gidişat bilgisi, tedavi hakkında bilgi sahibi olunabilinir. Somatik mutasyon görülen genlerin içinde EGFR, P53, EGFR, KRAS, BRAF, ERBB2, MET, STK11, PIK3CA, PARK2, EGFR, ERBB2, MET, PIK3CA, NKX2-1, DOK2, ALK/EML4 füzyon geni, yer alır.  . ERCC6, LNCR2, CYP2A6, CASP8 genlerindeki birtakım değişikliklerin akciğer kanserine yatkınlığa neden olduğu bilinmektedir. MPO genindeki polimorfizmler özellikle sigara içenlerde akciğer kanseri riskini arttırmaktadır.  

Sporcu Geni


     Sporculuk ve benzeri yeteneklerin altında her özelliğimizde olduğu gibi genetik faktörler yatmaktadır. Spor yeteneğinde %30-80 oranında genetik faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Her ne kadar bir takım genetik farklılıklar spor yeteneği ile ilişkilendirilmiş olsa da bu değişikliklerin tek başlarına bir anlamı yoktur. 

     Örneğin COMT genindeki bir farklılık (rs4680), yüzücülerdeki rekabet performansı ve ultra dayanıklılık ile ilişkilendirilmiştir. COMT, prefrontal korteks içindeki dopaminin düzenlenmesinde rol oynar, bu SNP'deki varyasyon dopamin seviyelerini ve dolayısıyla bilgi işlemeyi ve hafızayı etkiler. Böyle bir varyant eritropoietin reseptör (EPOR) geni içinde rs121917830'da da meydana gelebilir. Bu varyasyon, etkilenen insanların kırmızı kan hücresi üretimini ve dolayısıyla daha fazla oksijen taşıma kapasitesini arttırdığı eritrosistoz-1 adlı bir hastalıkla bağlantılıdır. Bu değişiklik dayanıklılık sporları için potansiyel olarak avantaj sağlar, Finlandiya kros kayak şampiyonu Eero Mantyranta'nın bu varyanta sahip olduğu bilinmektedir. Kanada engelli koşucusu PriscillaLopes-Schliep’te kas distrofisine bağlı lamin / AC (LMNA) genini etkileyen nadir bir varyantın avantajı mevcuttur. 
SPOR GENİ

     Bir diğer değişiklik “olağanüstü kas” olarak tanımlanan miyostatin geninde (MSTN) nadir bir varyasyondur. Yüksek düzeyde güç ve kas kütlesi gerektiren sporlarda avantaj sağlayabilir. ACTN3 genindeki rs1815739 değişikliği, ACE genindeki (I) / delesyon (D) insersiyonu polimorfizmi (rs1799752), PGC1-1α genindeki rs8192678 değişikliği de tanımlanan spora yatkınlık gösteren farklılıklardır. Nükleer solunum faktörü 2 (NRF2) genindeki bir SNP (rs7181866), elit atlet statüsü ile ilişkilendirilmiştir. ACTN3 bir “hız geni” olarak bilinmektedir. Bunun dışında hem boy, hem de vücut kitle indeksi yüksek oranda kalıtsaldır ve her ikisi de elit sporcu statüsünün elde edilmesine katkıda bulunur. 
     
SPORCU GENİ

     Ayrıca, psikolojik özellikler de anksiyete ile ilişkili bir dizi SNP ile genetik olarak etkilenmektedir. İlginç bir şekilde, beyin duygu merkezlerinin aktivitesini potansiyel olarak modüle eden proteinleri kodlayan genlerde, özellikle serotoninerjik, katekolaminerjik ve hipotalamik-hipofiz-adrenal sistemlerin elementlerini kodlayan genlerde de elit spor performansına yatkınlığı etkileyebileceği bulunmuştur. Bu nedenle, spor performansı üzerindeki genetik etki geniş, çok faktörlü ve yaygındır. Ancak bu belirteçler yetenek belirlemek için kullanılamaz. Çünkü bilmediğimiz daha birçok faktör mevcut. Bu faktörleri tespit etmek aradaki bağlantıları sağlamak oldukça güçtür.


24 Şubat 2020 Pazartesi

Mide Kanseri Genetik mi?


      Mide kanseri bir çok hastalıkta olduğu gibi çoğunlukla poligenik multifaktöriyel olarak kalıtılır. Ancak %1-3’lük gibi bir kısmı direkt geçiş gösteren doğuştan gelen tek mutasyonlardan kaynaklanır.         Bu mutasyonlar sendrom dediğimiz çoklu bulgular gösterir. Mide kanseriyle ilgili olan sendromların en çok bilinenleri aşağıda listelenmiştir.
CDH1 geni Herediter Diffüz Gastrik Kanser Sendromu: Mide kanseri riski 70%’e çıkar. Diğer neden olduğu kanser türü lobuler meme kanseridir.
STK11 geni Peutz-Jeghers Sendromu: Mide kanseri riski % 29’a çıkar. Pankreas, meme kanseri riski de mevcuttur.
SMAD4 geni Juvenil Polipozis: Mide kanseri riski %21’e çıkar.
MLH1MSH2,  EPCAM, MSH6PMS2 genleri Lynch Sendromu: 1–13% mide kanseri riski mevcut. Uterus, uriner sistem, kanser riski mevcuttur.
TP53 geni Li-Fraumeni Sendromu: 1–4% meme kanseri riski, göğüs, beyin, sarkom, akciğer, adrenal korteks kanser riski mevcuttur.
IL1B-IL1RN genleri, Helikobakter Pylori enfeksiyonu birlikteliği gösterilmiştir.
Mide Ca

     Mide kanseri için Genetik Danışma alıp Genetik Testler açısından değerlendirilmesi gereken hasta grubu,
Mide kanseri olan kişinin,
40 yaşından genç olması
50 yaşından genç olup ailede yakın akrabada mide kanseri öyküsü olması
Herhangi bir yaşta olup 2 ya da daha fazla akrabada mide kanseri öyküsü
     Başka kanser türlerinin eşlik etmesi  durumlarında herhangi biri mevcutsa genetik kalıtımı tek gen hastalıklarından olan genlerin araştırılması uygundur.
Şimdiye kadar bahsettiğimiz genler germline mutasyon taşıyan genlerdi. Ayrıca somatik mutasyon dediğimiz sonradan mide hücrelerinden gelişen mutasyonlar da söz konusu olabilir. Bu genlerin moleküler mekanizmasına göre etki eden terapötik ajanlar geliştirilmektedir. KRAS, MUTYH, CASP10, PIK3CA, APC, IRF1, KLF6, FGFR2, ERBB2 gibi genlerin mutasyonları tümör dokusunda tespit edilerek tedaviye yön verilebilinir. (bkz.kanser genetik mi?)
     Ailede mide kanseri öyküsü olan vakadan araştırılma yapılması çok önemlidir. Bilgi verecek kişi indeks vakadır ve ailenin diğer fertleri açısından çok  büyük bir öneme sahiptir.

23 Şubat 2020 Pazar

Multiple Skleroz, MS Genetik mi?

    Multiple Sklerozis (MS), sinir sistemini tutan nörolojik otoimmün bir hastalıktır. Sinir hücrelerinin etrafını saran myelin kılıf hem koruyucu hem de uyarının iletimini hızlandıran özelliktedir. MS’de myelin kılıflara karşı vücudun bağışıklık sistemi henüz tam olarak bilinmeyen nedenlerle saldırır. Myelin kılıflar üzerinde inflamasyon yani iltihap oluşur. Myelin kılıflar görevlerini yerine getiremezler sinir hücresi üzerinde uyarı daha yavaş iletilmeye başlar ayrıca sinir hücreleri de bu iltihaptan zarar görür. Tutulan bölgeye göre klinik bulgular ortaya çıkar. Görme kaybı, dengesizlik gibi bulgular bunların bir kısmıdır. 

Zamanla tutulumlar arttıkça geri dönüşü olmayan hasarlar ortaya çıkabilir. MS poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Birçok gendeki küçük değişikliklerin bir araya gelip yatkınlık oluşturması ardından çevresel faktörlerle hastalığın tetiklenmesi ile ortaya çıkar. 
Yapılan araştırmalarda bu genlere ait birtakım değişiklikler keşfedilmiştir. Bu değişikliklerin hastalığın ağırlığı, seyri hakkında etkileri olduğu düşünülmektedir.  HLA-DRB1 geninde HLA-DRB1*15 ve HLA-DRB1*03 alleleri MS riski oluşturmaktadır. HLA-DRB1*01 ve HLA-DRB1*11 allelleri ise koruyucudur. Yine KCNA3 genindeki rs2821557 polimorfizmi hastalığa yatkınlıkta ve hastalığın gidişatında rol oynamaktadır. PDCD1 genindeki değişiklikler MS ve MS gibi otoimmün bir hastalık olup merkezi sinir sistemini de tutan Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) hastalığında da rol oynamaktadır. HLADQB1 genindeki hatalar ise MS’de olduğu gibi yine otoimmün hastalıklar olan Çölyak, Creutzfelt Jakop Hastalıklarında da görülebilinir. Yine TNFRSF1A geni MS ve Periyodik Ateş hastalığına etki eder. 

         Görüldüğü üzere MS genetiği komplike çok faktörlü bir hastalıktır. Biz bu bahsi geçen genlerdeki değişiklikleri kişi de bulsak bile hastalığın geçirilip geçirilmeyeceği hakkında net bir yorum yapamamaktayız. Burada en önemli gösterge aile öyküsüdür. Birinci derece akrabalarda hastalık varlığı MS riskini %20’lere çıkarmaktadır. Ailedeki MS olan kişilerin sayısı, hastalık başlangıç yaşları, yakınlık dereceleri hastalık riskini etkileyen önemli faktörlerdir.

22 Şubat 2020 Cumartesi

Amyotrofik Lateral Skleroz, ALS Genetik mi?

Amniyotrofik lateral skleroz (ALS), genetik olarak birçok genetik varyasyonun orantısız olarak katkısıyla karakterize karmaşık bir nörodejeneratif hastalıktır. Ailede ALS hastası bireyin varlığı aile bireyleri açısından riski arttırır. ALS olan bireyin birinci derece akrabalarında (anne-baba-kardeş-çocuk) risk daha fazladır. Toplu olarak, tanımlanan genetik risk faktörleri, ALS’nin ∼% 50-% 70'inden sorumludur. ALS poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Tek başına anlamı olmayan birçok genetik varyant ve birçok çevresel faktör bir araya gelerek hastalık ortaya çıkar. Hastalığın küçük bir kısmı ise tek gen hastalığı şeklinde kalıtırlır. Yani bir gendeki patojenik tek bir mutasyon hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir. Sonraki kuşaklara keskin bir biçimde kalıtılır. ALS’nin ortalama %9 ‘unda SOD1 genindeki mutasyonlar sorumlu tutulmaktadır.

ALS ile ilişkili genlerin çoğu alellik heterojenite gösterir. Her gen içindeki farklı mutasyonlar aynı klinik fenotipe neden olabilir.  Yani gendeki farklı hatalar aynı hastalığa neden olabilir.  Ayrıca ALS'ye neden olabilen genlerin çoğu pleiotropiktir, yani aynı genetik mutasyonların çok farklı klinik fenotipler (hastalıklar) üretebileceği anlamına gelir. GGGGCC heksanükleotid, C9ORF72'deki tekrar genişlemesi mutasyonu örneğin ALS veya frontotemporal demansa neden olabilir. Ayrıca, hastalığın aynı birincil genetik nedenini paylaşan aile üyeleri arasında bile, hastalığın başlangıcında çok çeşitli yaştan sorumlu faktörler bilinmemektedir. 

ALS'ye neden olabilecek çeşitli mutasyonların penetrasyonunun değişken olduğu bilinmektedir. Yani ailedeki hastalığa neden olan mutasyon kişide var olsa da hastalık ortaya çıkmayabilir ya da hastalık daha hafif ortaya çıkabilir.  SOD1'de, A4V ve H46R mutasyonlarında penetrans yüksekken, D76Y, D90A ve I113T mutasyonları için penetrans düşüktür.  Penetrasyon hem hastalığı gösteren kişiler hem de ilgili genetik mutasyonu barındıran ancak henüz klinik olarak etkilenmeyen aile üyeleri incelenerek açıkça tanımlanabilir. Genetik testlerin sonuçlarıyla uyumsuz olan etkilenen aile üyelerinin nadiren oligojenik kalıtım için ALS duyarlılık genlerinde çoklu mutasyonların varlığı (ki bunu tamamiyle keşfedip yorumlamak şu an için mümkün değildir) etkilenmemiş aile üyelerine risk bildirimini önemli ölçüde karmaşıklaştırmaktadır. 

 Stephen Hawking, ALS


Dolayısıyla ALS'nin genetik yapısı karmaşıktır ve en önemlisi, tam olarak anlaşılamamıştır. ALS genetiğinin karmaşıklığını ve belirsizliğini, genetik test yaptırmayı düşünen veya yapan insanlara açıkça ifade etmek, potansiyel olarak ALS riski altında olan popülasyonda presemptomatik genetik danışma için büyük bir zorluktur. Bilimsel ilerlemenin hızlı temposu ve ALS genetiğinin sürekli değişen manzarası, bu zorluğu daha da arttırmaktadır. Halihazırda henüz tedavi edici veya önleyici herhangi bir müdahale olmamakla birlikte, risk altındaki bireyler dünyaya gelecek yeni nesil açısından preimplantasyon genetik tanı planı için taşıyıcılıklarını öğrenmek isteyebilirler.  Böylelikle soyun devamında hastalığın önüne geçilebilinir.  Ancak hastalık bilgisi genç yaştaki ve henüz hastalığı göstermeyen kişi açısından oldukça ağır bir bilgi olabilir. Bu nedenle genetik danışma almak bu kişiler için oldukça hayatidir. TBK1, CHCHD10, TUBA4A, CCNF, MATR3, NEK1, C21orf2, ANXA11, TIA1, SOD1, C9orf72, TARDBP, FUS, VCP genleri ALS için tek gen kalıtımı gösterebilen genlerdir. Bu genlerin aile içinde çalışılabilmesini hasta olan kişi yani indeks kolaylaştırır. Hasta olan kişinin hayatta olması ya da DNA’nın bulunması işleri kolaylaştırır.

COVID19 Yatkınlık Testi, IRF7, TLR3