Prenatal tanı, embriyonik ve fetal
tanının bütün yönlerini kapsamaktadır. Doğum öncesi tanı genetik durumlar için,
bütün gebeliklerin yaklaşık % 8’inde endikedir. Tedavisi olanaksız, yaşam süresi kısıtlı ve
ağır fiziksel ve zihinsel özürlere neden olan hastalıklar için yüksek riski
olan ailelere sağlıklı bir çocuk için güvence verebilmek prenatal tanının temel
amacıdır. Prenatal tanının en
sık endikasyonunun DS olduğu bilinmektedir. Bu nedenle daha hızlı, daha az
masraflı ve daha az invaziv doğum öncesi tanı yöntemi arayışları bu sendrom
açısından oldukça değerlidir. Sitogenetik
analiz için yapılan amniyosentez (AS), koryonik villus biyopsisi (CVS) gibi
invaziv prenatal tanı işlemleri İMY’li olgularda anöploidi oranlarını
azaltırken, günümüzde tespit edilemeyen anöploidili fetusların çok büyük bir
oranı (~ %75)
genç anne adaylarına aittir. Yirmili, otuzlu yaşlardaki her gebeye invaziv
prenatal tanı işlemleri uygulanması durumunda ise gebelik kayıpları,
anöploidili gebeliklerin yakalanma oranlarının önüne geçmektedir. Bu durumun
önüne geçmeye yönelik 35 yaş altı anne adaylarına uygulanan tarama testleri ve
fetal USG (ultrasonografi) ile de bu oranlarda istenen azalma sağlanamamıştır. Bu durum günümüzde rutinde
uygulanan tarama testlerinin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Yanlış
pozitiflik ve yanlış negatiflik oranları, testin yapıldığı merkez ve yapıldığı
merkezin biyokimyasal istatistik değerlerine, sübjektif USG bulgularına
(gebelik haftası, NT: Nuchal Translucency vb.), hasta uyumuna bağlı olarak
değişmektedir. Dolayısıyla tarama testlerinin gereksiz invaziv girişim
oranlarını azaltmak ve anöploidi yakalama oranlarını arttırmak için üzerlerinde
daha çok çalışılma yapılmasına hatta alternatif tarama testlerinin
geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Prenatal testler materyal elde etme yolları açısından invaziv ve
noninvaziv olarak ikiye ayrılmaktadır.
İnvaziv yöntemler; direkt
olarak fetusa ait hücrelerin elde edildiği amniyosentez, koryonik villus
biyopsisi, kordosentez gibi girişimsel işlemlerdir. Dolayısıyla hem maternal
hem de fetal açıdan mortalite ve morbiditesi yüksek olan uygulamalardır. Elde
edilen fetusa ait hücrelerden sitogenetik (karyotip), moleküler sitogenetik
(FISH: Floresan İn
Situ Hibridizasyon) ve moleküler (QF-PCR:quantitative fluorescence PCR)
laboratuvar yöntemleriyle DS tanısı konulabilmektedir. Böylelikle DS ve benzeri
genetik hastalıkların tanıları yaklaşık %99 doğrulukta konulabilmektedir.
Noninvaziv yöntemler;dolaylı yollarla fetusa ait
biyobelirteçler elde edilmektedir. Maternal plazmada alfa-fetoprotein ölçümü
veya maternal plazmada serbest fetal DNA eldesi noninvaziv yöntemler
arasındadır. Bunun gibi girişimsel olmayan yöntemler anne adayından basit bir
kan alma işlemi ve elde edilen örnekten istenilen belirteçlerin biyokimyasal,
moleküler veya sitogenetik yöntemlerle tespitine dayanmaktadır. Bu yöntemle
elde edilen gerek biyokimyasal gerek genetik sonuçlar günümüzde, tanı testleri
olarak değil, tarama ve ileri tarama testleri olarak uygulanabilmektedir. Testin DS lehine
sonuçlanması durumunda mutlaka invaziv yöntemlerle kesin tanı elde edilmelidir.
Non-invaziv Prenatal Tanı Testleri
Maternal Yaşın Değerlendirilmesi
Fetal
Görüntüleme
Maternal Kan
Örneğinde Fetal Hücre ve Nükleik Asitlerin Analizi
Koryon Villus
Örneklemesi (CVS)
Amniyotik
Sıvı İncelemesi
Non-invaziv Prenatal Tanı Testleri
Prenatal Biyokimyasal Tarama Testleri
Anöploidiler için prenatal tarama programları 30 yıl
önce biyokimyasal testler olarak başlamış, sonraki yıllarda ultrasonografi ve
biyokimyasal testlerin birlikte kullanımıyla devam etmiştir. Günümüzde prenatal
biyokimyasal tarama testleri artmış DS riskini ortaya koymak için tüm gebelere
uygulanmaktadır. Artmış risk tespiti
durumunda kesin tanıya yönelik invaziv yöntemlere başvurularak olguya karyotip
analizi önerilir. Bu bilgi aileye genetik danışma ile aktarıldıktan sonra terminasyon
ya da gebeliğin devamına yönelik karar sonucun pozitif olması durumunda aileye
bırakılır. Bu biyokimyasal parametreler gebelik haftalarına göre, ikili tarama
testi, üçlü tarama testi, dörtlü tarama testleri şeklinde gebelik haftası ve USG
ile kombine olarak uygulanmaktadır.
Anne yaşı arttıkça fetüste DS riski artar. Yüksek riskin eşik değeri
1/250 olarak belirlenmiştir. Eşik değerinin 1/250 seçilmesinin sebebi
amniyosentez ve koryonik villus biyopsisi gibi invaziv yöntemlerden kaynaklanan
mevcut gebeliğin düşük ile sonuçlanma olasılığıdır. Risk 1/250 ya da daha yüksek
ise,DS’li fetüs bulunma riski, invaziv girişim sebebiyle olabilecek düşük
riskinden daha fazladır, risk 1/250’nin altında ise düşük riski DS’li fetüs
bulunma riskinden daha yüksektir.
Prenatal tarama testleri %5–10 yanlış pozitiflik, %35–40 yanlış
negatiflik oranlarına sahiptir. Dolayısıyla bu tarama testleri kullanılarak
DS’li tüm fetüslerin yalnızca %60-65’i tespit edilebilmektedir.
Günümüzde anne yaşı 35’in altında olan tüm gebelere prenatal tarama
testleri uygulanmaktadır. Maternal serum tarama testlerinin sonuçları
yorumlanırken en önemli nokta ise anne yaşıdır.Test sonucunun anöploidi bakımından
yüksek riskliçıkması durumunda genetik danışmayla invaziv prenatal tanı
testlerinin uygulanması önerilmektedir. İleri anne yaşına sahip
yani 35 yaş ve üzerindeki gebeler ise direkt risk grubunda kabul edilmekteler
ve invaziv prenatal tanı yöntemleri için aday grubuna girmektedirler.
İkili Tarama Testi
Gebeliğin, 11–14. haftaları arasında yapılır. PAPP-A ve serbest β-hCG
adıverilen iki hormonun anne kanında ölçülmesinden yararlanılarak yapılan risk
oranını belirlemeye yarayan istatistiksel bir testtir.
PAPP-A: Pappalysin-1 proteini olarak bilinir ve aynı adlı
gen tarafından kodlanır (pregnancy-associated plasma protein A). DS’de hem maternal
plazmada hem de plasentada ekspresyonu azalır.
İkili testin avantajları arasında gebeliğin dahaerken bir döneminde
yapılması ve anormal bir sonuç durumunda daha fazlatanısal test seçeneğinin
olması, anomalili bebek durumunda ise gebelikterminasyonunun daha erken gebelik
haftalarında yapılabilmesidir. Ayrıca duyarlılığının üçlü teste göre daha
yüksek olduğu bildirilmiştir.
Sadece ikili test yapılması durumunda DS olan bebeklerin%60’ı
saptanabilmektedir. Aslında bu rakam üçlü test ile saptanan DS’li bebek
sayısından farklı değildir, ancak ikili testte yalancı pozitiflikoranı daha
düşüktür. Ayrıca ikili teste ek olarak ultrasonografide “ensekalınlığı” ölçümü
ile bu oran %85-90’lara ulaşmakta ve yalancı pozitiflik oranı% 5’e düşmektedir.
Üçlü
Tarama Testi
Son adet tarihine göre 15–18. gebelik haftasında olan tüm 35
yaş altı gebelere bu tarama testi önerilebilir. Üçlü tarama testi anne kanında
Alfa-fetoprotein (AFP), serbest östriol (uE3) ve insan koryonik gonadotropin
(hCG) ölçümlerine dayanarak yapılan bir risk belirleme yöntemi olmakla
birlikte, anne yaşıyla beraber ele alındığı zaman DS’li bir bebeğe sahip olma
riski hesaplanabilir.
Alfa-fetoprotein-AFP: Fetal karaciğerde ve yolk kesesinde
üretilerek fetal dolaşıma salınan ve fetal böbrekler tarafından idrarla
amniyotik sıvıya atılan bir glikoproteindir, bir miktarı anne dolaşımına
geçtiğinden, hem anne serumunda (MSAFP), hem de amniyotik sıvıda (AFAFP) düzeyi
ölçülebilir. Her iki ölçüm de prenatal tanıda kullanılmaktadır. Trizomi 21’li
fetüs taşıyan annenin kanında yolk kesesinin ve fetusun normalden daha küçük
olmalarından kaynaklanan azalmış AFP miktarı söz konusudur.
Östriol: Fetal karaciğer ve fetal adrenal bezin ürettiği
dehidroepiandrosteron sülfat (DHEA-S) ve 16 α- hidroksi DHEA-S’ın androjenlere
dönüşümü sonrası aromatizasyon ile plasenta tarafından yapılan bir hormondur.
Plasental sülfataz ile sülfat koparılarak fetal adrenalde ankonjuge östriol
oluşturulur. Plasental sülfataz aktivitesi düşük veya yetersiz olduğunda
maternal serum östriol (MSuE3) düzeyinin düşeceği bildirilmektedir. Östriol DS’li gebede
azalmıştır.
İnsan Koryonik Gonadotropin: Beta subuniti DS’li
gebeliklerde artmıştır. İlk kez 1912 yılında tanımlanmış, plasental
sinsityotrofoblastlar tarafından salınan α ve β subünitlerden oluşan protein
yapıda bir moleküldür. Serbest β-hCG, β subünitinin N terminaline oligosakkarit
eklenerek sentezlenir. Gebeliğin 11-14. haftasında DS taramasında, anne kanında
PAPP-A ile birlikte ikili tarama testinde de kullanılmaktadır.
Farklı bileşenlerin doğru analizi gebelik yaşının kesin
olarak bilinmesine bağlıdır. Çünkü tetkik edilen biyokimyasal parametreler her
biyokimyasal tarama testi için belli gebelik haftalarına ait parametrelerin
ortalamaları alınarak değerlendirilir. Bunu saptamanın en iyi yolu USG’dir. Gebeliğin birinci
trimestrinde ortalama gebelik kesesi çapı, baş-makat mesafesi (crown-rump
length CRL) ölçümleri; ikinci trimestrinde ise
biparietal çap (BPD), baş çevresi (HC), femur uzunluğu (FL) ve karın çevresi
(AC) ölçümleri standart deviasyonlarla değerlendirilerek gebelik haftası tespit
edilmektedir.
Serum testi sonuçları belirlendikten sonra, laboratuvarın
referans değerlerine göre normallerin ortancası "population median"
adında bir risk faktörü hesaplanır. Test sonuçları bazen ortancanın çarpanları
(Multiples of the Median, MoM) olarak, ortalama değer 1,0 MoM olarak
adlandırılır. Trizomi 21’li gebeliklerde AFP ve östriol seviyeleri ortalamanın
altında, 1,0 MoM’dan daha düşüktür. AFP seviyesi ortalama 0,8
MoM olup, bu seviyeler anne yaşıyla beraber değerlendirilince 35 yaş altındaki
kadınlarda DS’li gebeliklerin yaklaşık %25’i tespit edilebilir. Ortalama uE3 seviyesi ise
yaklaşık 0,75 MoM ’dir. Çok düşük düzeyler ise steroid sülfataz eksikliği veya
Smith-Lemli-Opitz Sendromu açısından uyarıcı olabilir. DS’li gebeliklerde
ortalama β-hCG seviyesi ise yaklaşık 2,5 MoM olup toplum ortalamasından oldukça
yüksektir. Bazı çalışmalarda üçlü testte çalışılan hormonlardan β-hCG’nin daha
önemli olduğu gösterilmiştir. Üç belirleyicinin tümünün kullanımı ile 35 yaş
altındaki kadınlarda DS’li fetusların yaklaşık %60’ı, ultrasonografinin de
taramaya ilave edilmesiyle % 85’i saptanabilmektedir. Bu üç belirleyicinin hasta
yaşına uyarlanmış ortalama seviyeleriyle DS için özgül bir risk elde edilir.
Hesaplanmış riskleri 35 yaşında 16 haftalık gebe bir kadının riskinden (1/250)
daha yüksek olan kadınların tarama testi pozitif kabul edilir.
Üçlü test ile ikili testten farklı olarak nöral tüp defektlerinin riski
de belirlenebilmektedir. Ancak testin geç dönemde yapılması ve anormal bir
sonuç çıkması durumunda, gebelik sonlandırılması işleminin 20–24. hafta gibi ileri
bir gebelik haftasına denk gelmesi hastalar açısından önemli bir dezavantajdır.
Ayrıca üçlü testin anomali saptama açısından duyarlılığının yüksek olmaması da
ikinci önemli sorunu oluşturmaktadır.
Dörtlü Tarama Testi
Üçlü teste ek olarak kanda inhibin-A düzeylerine de bakılarak dörtlü test
yapılabilmektedir. İnhibin-A hipofiz bezi tarafından folikül uyarıcı hormonunun
üretimini inhibe eden, overler tarafından salınan bir proteindir. DS’li fetüsü
olan annelerin kanlarında düzeyi artmaktadır. Dörtlü tarama ile DS
yakalama oranı artarken, invaziv girişim sayısı ~ %35 azalır.
Prenatal
biyokimyasal tarama testlerinin güvenilirlikleri
Trimester
|
||||
Birinci
(10–13 hafta)
|
İkinci
(14–22 hafta)
|
Birinci- İkinci
(10-22 hafta)
|
||
Parametre
|
İkili Tarama
|
Üçlü Tarama
|
Dörtlü Tarama
|
Entegre Test
|
PAPP-A
|
+
|
+
|
||
NT
|
+
|
+
|
||
AFP
|
+
|
+
|
+
|
|
hCG
|
+
|
+
|
+
|
|
uE3
|
+
|
+
|
+
|
|
B-hCG
|
+
|
+
|
||
inhibin A
|
+
|
+
|
||
Tespit Oranı
|
%85
|
%69
|
%81
|
%94
|
Yanlış
Pozitiflik Oranları% 5
|
Fetal
Görüntüleme
Fetüsün izlemi ve görüntülenmesinde en sık kullanılan yöntem USG’dir.
Gerekli görülen durumlarda ekokardiyografi (ECG), manyetik rezonans görüntüleme
(MRG) ya da direkt grafiler kullanılabilir. Ultrasonografik incelemelerde tespit edilen artmış
ense kalınlığı, hiperekojen barsak, kısa femur, kısa humerus, piyelektazi,
ekojenik intrakardiyak odak, koroid pleksus kisti, nazal kemik yokluğu veya
hipoplazisi DS tanısına yardımcı bulgulardır. Günümüzde bu bulguların herhangi birinin
saptanması durumunda artmış DS riski nedeniyle kesin tanıya yönelik invaziv
yöntemler uygulanmakta ve genetik yöntemlerle DS’ye yönelik genetik tanı
testleri uygulanmaktadır.
Maternal Kan
Örneğinde Fetal Hücre ve Nükleik Asitlerin Analizi
Maternal
ve fetal dolaşım plasental membranlarla ayrılmakla birlikte bu membranlar
arasında fetal belirteçler açısından bir trafik söz konusudur. Çekirdekli fetal
hücrelerin maternal kanda saptanması bu trafiğin ilk kanıtlarından olup bu
durum prenatal tanıda girişimsel olmayan yeni yöntemlerin araştırılmasına
olanak sağlamıştır.
Anne
kanındaki fetal hücrelerin rutin doğum öncesi genetik tanıda kullanılabilmesi
için aşağıda belirtilen niteliklere sahip olmalıdır:
1.Bu hücreler tüm gebelerin kanında
bulunmalı,
2.Genetik incelemenin yapılabilmesi
ve gerekirse gebeliğin sonlandırılabilmesi için gebeliğin erken dönemlerinde
yeterli miktarda bulunmalı,
3.Sonraki gebeliklerde anne kanında
bulunmamalı,
4.Maternal hücrelerden ayrımlarını
sağlayabilecek kendilerine özgül işaretleri olmalı.
Fetusa
ait hücreler ve fetal DNA-RNA anne kanında çok düşük düzeylerde bulunmakla
birlikte bunların uygun yöntemle saptanabileceği düşünülmektedir. Anne kanında
fetal hücrelerin varlığı ilk defa 1893’te Schmorl’ün eklampsi nedeniyle ölen
gebe kadınların kan dolaşımında histolojik olarak trofoblastları
gözlemlemesiyle keşfedilmiştir. Mendel ve Matais hem hasta hem
de sağlıklı bireylerde plazmadaki nükleik asitlerin varlığını göstermişlerdir. Walknowska ve arkadaşları, 1969’da yayınladıkları çalışmada, anne
kanında fetal lenfositlerin varlığını ortaya koymuşlardır. Schroder ve Grossett maternal
kanda 46,XY karyotipine sahip fetal lenfositleri ve Y kromatin pozitif
hücreleri göstermişlerdir. Sonraki yıllarda maternal kanda
fetusa ait 46,XY metafazları da tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalar sonucu
konvansiyonel sitogenetik yöntemlerin bu araştırma için pratik bir yöntem
olmadığı kanısına varılmış, bu da araştırmacıları farklı yaklaşım arayışına
yöneltmiştir. Maternal kanda fetal hücrelerin saptanma olasılığını arttırmak
amacıyla, kanın zenginleştirilmesi için 1979’da ilk kez akım sitometri kullanılmıştır. Tharapel ve arkadaşları,
1993’te yaptıkları çalışmada, insan lökosit antijenleri (HLA) farkına dayanarak
akım sitometri yöntemiyle anne ve fetüsün lenfositlerini ayrıştırıp fetüse ait
metafazları incelemişlerdir. Floresanlı hücre ayırıcılar
yardımıyla da fetal lenfositlerin arttırılması mümkündür ancak doğumdan sonraki
6 senelik sürede bu hücrelerin tespit edilebilir kalmaları önemli bir sorun
oluşturmaktadır. Lenfoid prekürsör hücreler ise
doğumdan sonraki 27 yıl boyunca maternal kandan izole edilebilmektedir.
Son 30 yılda maternal kandan elde edilen fetal hücrelerde
prenatal tanı çalışmaları yapılmış ancak klinik uygulamaya geçecek bir başarı
sağlanamamıştır. Lo ve arkadaşlarının 1997’de maternal kanda hücre dışı serbest
fetal DNA (cffDNA) tespitiyle özellikle 2011-2012 yıllarında cffDNA çalışmaları
artmış ve klinik uygulamaya girmeye başlamıştır. Bu alandaki çalışmalar 1990’lardan
sonra hız kazanmış, anne kanında fetal çekirdekli eritrositler incelenerek
anöploidilerin prenatal tanısı için önemli sonuçlar elde edilmiştir.
Hücre bağımsız fetal DNA’nın anne kanında gösterilmesi noninvaziv prenatal tanı
için atılmış önemli bir adımdır. Fetal hücrelerin azlığı ve maternal
dolaşımda çok küçük miktarlarda bulunması maternal kanda hücre bağımsız DNA’yı
ön plana çıkarmıştır. Maternal dolaşımda total DNA’nın yalnızca <%1’nin fetal hücre kaynaklı
olduğu, total hücre bağımsız fetal DNA oranının ise %3-19 arasında değiştiği
bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda hücre bağımsız fetal
DNA eldesinin 20 kat daha kolay olduğu anlaşılmıştır. Bu serbest DNA kaynağının
apoptoza uğrayan sinsityotrofoblastlar olduğu kanıtlanmıştır. Nükleik asitler hücre
bütünlüğü bozulsa bile tıbbın birçok alanında kullanılabilecek önemli biyolojik
belirteçlerdir.
Yapılan çalışmalara göre, Trizomi 13 ve 18 gibi çeşitli
kromozomal hastalıklarda fetal DNA’nın anne kanında tespiti ve dizi analizi
mümkün görünmektedir ancak bu işlemin mevcut koşullarda oldukça pahalı olması
önemli bir kısıtlılık yaratmaktadır.
Günümüzde noninvaziv prenatal tanıya yönelik çalışmalarda
%99-100’e varan doğruluklarda trizomi 21 tespit ettiği ileri sürülmekle
birlikte bu konuda sağlıklı bir karar vermek için daha fazla sayıda çalışmaya
ihtiyaç vardır. Bunlardan biri Methylation DNA Immunoprecipitation (MeDIP) ve
real time qPCR’ın bir arada kullanıldığı fetal epigenetik belirteçlerin analiz
edildiği yöntemdir. Papageorgiou ve arkadaşları 2011 yılında 34 adet trizomi 21
taşıyan ve 46 adet normal karyotipe sahip fetüs taşıyan gebenin plazmasını
kullanarak, DS tanısını %100 özgünlük ve duyarlılıkta tespit ettiklerini
bildirmişlerdir. Trizomi 21’in noninvaziv
olarak yüksek güvenilirlikte tespit edildiği diğer yöntem ise yeni nesil dizi
analiziyle gerçekleştirilebilmektedir. High throughput shotgun sekanslama ve Z
skoru analizi ile Palomaki ve arkadaşları 2011’de 1696 olguluk bir seride
yaptıkları çalışmada %98,6 duyarlılık ve %99,8 özgünlükte trizomi 21 vakalarını
maternal plazmadan tespit edebilmişlerdir. Bu ve benzer yöntemler
günümüzde tarama testleri olarak uygulanabilmektedir. İnvaziv prenatal tanı
endikasyonu olan gebelerin maternal kanlarının NIPT (noninvaziv prenatal
tarama) analizi sonucu yüksek risk saptanan olgular, invaziv yöntemlerle
değerlendirilmektedir.
Maternal kandaki cffDNA
oranı 11-13 gebelik haftalarında yaklaşık %10 iken, ilerleyen gebelik
haftalarında %3-20 arasında değişmektedir. Doğum sonrası maternal kandaki
düzeyi hızla azalmakta ve postpartum iki saat sonra ise tespit edilememektedir.
Başlangıçta maternal kanda prenatal tanı terimi kullanıldıysa da testin
pozitifliği durumunda AS ve CVS gibi invaziv yöntemlerle elde edilen fetal
hücrelerde kromozom analizi, QF-PCR gibi tekniklerin uygulanması gerektiğinden ve
henüz yeterli duyarlılık ve özgüllük açısından yeterli sayıda çalışma sonucuna
sahip olmadığından, yöntem “ileri tarama testi”olarak kabul edilmekte, “noninvaziv
prenatal test” (NIPT)olarak adlandırılmaktadır.
“cffDNA ile prenatal tarama”, “Fetal DNA (fDNA) ile prenatal tarama”, “Maternal
kandan fDNA ile prenatal tarama” olarak da adlandırılabilir.
cffDNA’nın kaynağı trofoblast hücreleri olduğundan %1-1,5 oranında plasentada
gözlenen plasenta ile sınırlı mozaisizmin yanlış pozitif ya da yanlış negatif
tanıya yol açabileceği kabul edilmektedir. NIPT
ile ilgili birçok firma ya da genetik laboratuvarı ülkemizde hizmet vermeye
başlamıştır. Tüm serbest DNA (MPSS), hedeflenmiş DNA (DANSR) ve hedeflenmiş
“single-nucleotide polymorphism” (SNP) gibi farklı yöntemler ile çalışma
yapılabilmektedir. SNP yöntemini kullanan testlerde babadan da kan alınması
gerekmekte ve ayrıca akraba evliliği, ovum donasyonu ile gebelik durumlarında
çalışma yapmak veya sonuca gitmek mümkün olmayabilmektedir. NIPT’in rutin
klinik uygulama girinceye kadar, seçilmiş vakalarda ve yeterli bilgilendirme ve
gerekirse genetik danışma alınarak uygulanması, bu testin yalnızca T21, T18,
kısmen T13 ve cinsiyet kromozom anomalileri için yapıldığı, diğer kromozom
anomalilerini (diğer trizomiler, translokasyon, insersiyon ve delesyon vb.)
tanımasının beklenmediği ve ayrıca tarama testinin pozitif olması durumunda CVS,
AS benzeri girişimler ile tanının kesinleştirilmesi gerektiğinin hastaya
anlatılması ve yazılı onam formunun alınması testin doğru kullanımını
sağlayarak etkinliğini arttıracak, birçok sorunun ortaya çıkmasını
engelleyecektir. Bu aşamada
henüz cffDNA ile NIPT rutin tarama programı olmamakla birlikte “ileri tarama
testi” olarak kabul edilmeli, rutin tarama testlerine devam edilmelidir.
Karyotip analizi gerektiren majör fetal anomalilerde ise fetal karyotipleme
yapılması gerekmektedir.
NIPT aşağıda sıralanan durumlarda
önerilmektedir.
1. Maternal
yaşın 35 ve üstünde olması
2. Trizomi
21 / Trizomi 18 için ultrasonografik belirteçlerin varlığında ve aile girişim
istemiyorsa
3. Trizomi
21 ve 18’li fetus / bebek doğum öyküsünde
4. Trizomi
tarama testlerinin pozitif olması durumunda
5. Parental
dengeli Robertsonian Trizomi 21 ve Trizomi 13 translokasyonu varlığında
Düşük risk grubunda NIPT
önerilmemektedir. Bu aşamada rutin tarama testi olarak kabul edilmemektedir.
Endikasyonu olan olgularda, ailelere genetik danışma verilerek uygulanmalıdır.
İnvaziv
Prenatal Tanı Testleri
Fetusa ait genetik materyal,
invaziv yöntemlerle gebelik sırasında elde edilerek karyotip analizi, QF-PCR,
array-CGH gibi genetik incelemelerle trizomi 21’e yönelik prenatal tanı
gerçekleştirilebilmektedir.
CVS, 10 -12.
gebelik haftalarında uygulanmaktadır. USG eşliğinde transservikal veya
transabdominal yolla koryonik villuslardan biyopsi alma işlemidir. En önemli
avantajı, sonuçların gebeliğin daha erken döneminde elde edilebilmesidir.
İşleme bağlı düşük riski yaklaşık %l’dir. Elde edilen trofoblastlardan direkt preparasyonla
birkaç saat içinde kromozom analizi mümkün olabilmektedir. Kalitesiz bantlama,
yetersiz karyotip ve maternal kontaminasyon riski nedeniyle tercih
edilmemektedir. CVS ile elde edilen trofoblastların kültüre edilmesi ile elde
edilen kromozom analizindeki başarı oranı amniyosentezdeki gibi %90’ın
üstündedir. Sonuçların yaklaşık %2’sinde kromozomal mozaikliğe bağlı
belirsizlik olup sonuçların amniyosentez ile kontrolü gerekmektedir .
Amniyosentez, amniyotik sıvının USG
eşliğinde transabdominal olarak alınmasıdır. Amniyositler fetal hücrelerdir ve
tanısal amaçlı kullanılabilirler. Genel olarak 15.-18. gebelik haftasında
uygulanır.
USG eşliğinde yapılan
transabdominal amniyosentez anne ve fetüs açısından yüksek seviyede güvenlidir.
Bu işlem sırasında direk travmaya bağlı anneye ait komplikasyonlar ve fetal
yaralanma pratik olarak bilinmemektedir. Avantajlarından bir tanesi yönteme
bağlı sitogenetik sonuçların yüksek seviyede güvenilir olmasıdır. En belirgin
dezavantajı ise yöntemin sitogenetik sonuçlarının geç elde edilmesidir.
İkinci trimesterde yapılan
amniyosentez işleminde %0,5-l oranında artmış düşük riski bulunmaktadır.
Enfeksiyon ve bebek yaralanmaları gibi riskler nadir görülür. 11. gebelik
haftasından önce yapılan amniyosentezlerde, amniyotik sıvı hacminin ve ml’ye
düşen hücre sayısının azlığı hücre kültüründe başarı oranını %68’e kadar
düşürmektedir. Erken amniyosentez (10.-14. gebelik haftasında) ile ikinci
trimester amniyosentez işlemlerinin güvenliği ve fetal sonuçları karşılaştırıldığında,
erken amniyosentezde kendiliğinden düşük oranının % 2,6, ikinci trimester
amniyosentezdeki oranın ise % 0,8 olduğunu göstermiştir.
Kordosentez
Fetal kan örneğinin umbilikal
kordondan USG eşliğinde alınmasıdır. Kordosentez sonrası uygun hücre
kültürleri ile kromozom elde etmek birkaç günde mümkün olabilmektedir.
Amniyosentez sonucu kültürün
başarısız olduğu ya da kuşkulu sonuç alınan durumlarda kordosentez yapılır.
Gebeliğin 18. Haftasından itibaren uygulanabilir gebelik kaybı riski %1’dir. 19. ile 21. gebelik haftalarında yapılan
kordosenteze bağlı düşük oranı ise %2-3 tür. Aynı zamanda rhesus
izoimmünizasyonu gelişimi veya artışı ile bir fetomaternal hemoraji riski söz
konusu olabilmektedir.
Koryonik
Villus Biyopsisi, Amniyosentez, Kordosentez Örnekleri Üzerinde DS Tanısı İçin
Gerçekleştirilen Genetik Analizler
Konvansiyonel
Sitogenetik Analiz: DS gibi kromozomal anomalilerin
prenatal tanısı, yaygın olarak invaziv yöntemlerle elde edilen fetal hücre
metafaz kromozomlarının konvansiyonel sitogenetik analizi ile yapılır. Prenatal
tanıda konvansiyonel sitogenetik analizlerin sonuçlanması için CVS ya da
amniyosentez uygulamasında genellikle iki hafta ya da üzerinde bir süre
gerekmektedir. Bu süre zarfında yeterli sayıya erişen amniositler kolşisinle
(mikrotübüllerle etkileşir) işleme tutularak mitozun metafaz evresinde
durdurulur. Hipotonik çözelti ile hücrelerin ve kromozomların fiksasyondan önce
şişmesi sağlanır. Fikse edilen hücre süspansiyonu mikroskop lamlarının üzerine
damlatılır ve havada kurutularak kromozomların aynı optik düzlemde
görüntülenmesi sağlanır. Kromozomlar rutin karyotipleme için G-bantlama (Giemsa
bantlama) ile boyanır. Bu boyama ile her bir kromozom için karakteristik olan
kromozom kondansasyonlarının farklı derecelerini yansıtan 550-600 siyah ve
beyaz bantlar elde edilir. Bu işlemler sonunda yaklaşık 4 Mb (megabaz)
çözünürlüğe kadar görüntülenebilen kromozomlar elde edilmiş olunur. Günümüzde
DS’nin prenatal ve postnatal tanısında altın standart yöntem kromozom
analizidir. Konvansiyonel sitogenetik analizin en önemli avantajı, oluşabilecek
tüm sayısal ve yapısal anomalilerin birlikte görülüp değerlendirilebilmesine
olanak sağlamasıdır. Ancak bu uzun sonuç
süresinin kısaltılabilmesi, olası terminasyon zamanının erkene alınması,
annenin bekleme stresinin azaltılması, ilave tetkik yapılacaksa zaman
kazanılması gibi oldukça önemli gereksinimler nedeniyle yapılan çalışmalar
sonucunda alternatif bir takım yöntemler geliştirilmiştir.
Yapısal
anomalilerin tespiti için uygun olmamakla birlikte DS gibi sayısal kromozomal
anomalileri ilk 48 saat gibi kısa bir sürede saptayabilen QF-PCR ya da FISH
gibi yöntemlerin uygulanması önem kazanmaktadır. Günümüzde de
FISH veya QF-PCR yöntemi direkt amniyon sıvısından hazırlanmış materyalden
sayısal kromozomal anomalilerin hızlı teşhisindeyaygın olarak kullanılmaktadır.
Hızlı sonuç veren prenatal tanı testlerinden olan moleküler sitogenetik (FISH)
ve moleküler yöntemler ile 13, 18, 21, X ve Y kromozomlarına ait sayısal
kromozomal anomalilerin %95’den fazlası tespit edilebilmektedir.
Floresans
İn Situ Hibridizasyon: Çift iplikli DNA
ısıtılarak denatüre edilir tek iplikli DNA elde edilir, uygun işaretlenmiş bir
DNA probu lamın üzerindeki tek iplikli DNA’ya eklendiğinde prob kendi
tamamlayıcı DNA dizisine bağlanıp floresan mikroskop altında istenen dizi görünür
hale getirilmiş olunur. DS tanısında lokus
spesifik problarla her 21. kromozom için bir ışıma olmak üzere toplamda üç
ışıma elde edilmelidir. Ayrıca FISH yöntemi çok fazla hücre değerlendirilmesine
olanak verdiğinden sayısal mozaisizmlerin tespiti açısından konvansiyonel sitogenetik
analize üstünlük sağlamakta ve kültüre edilmemiş hücreler üzerinde analiz
yapılabildiğinden kültür koşullarına bağlı yalancı mozaisizmler
dışlanabilmektedir.
Kantitatif
Fluoresan Polimeraz Zincir Reaksiyonu: Bu teknikte
seçilen dörtlü nükleotid tekrarlar floresan işaretli oligonükleotid primerler
kullanılarak, PCR ile çoğaltılır ve ürünler otomatik DNA dizileyicisinde analiz
edilir. Anne babadan gelen alleller o gen lokusunda aynı sayıda dörtlü
nükleotid tekrarı içerebileceğinden her kromozom için birkaç belirteç
kullanılır. Daha sonra PCR ürünlerinin sinyal yoğunlukları orantısal olarak
karşılaştırılır. Trizomiler, her bir belirteç için iki yerine üç alleli temsil
eden üç pikin varlığıyla (1:1:1) ya da 2:1 oranında iki pik ile tanınan
trizomik iki allel kalıbıyla belirlenir. Bununla birlikte
kromozom düzeyinde tanımlama sağlaması ve maternal kan ile kontamine örneklerde
başarıyla uygulanıyor olması QF-PCR’ı prenatal tanıda vazgeçilmez
kılmaktadır. QF-PCR yönteminin
yaygın anöploidilerin tanısında çok sayıda prenatal çalışmada güvenilirliği
ispatlanmıştır.