Popüler Genetik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Popüler Genetik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ocak 2021 Cuma

COVID19 Yatkınlık Testi, IRF7, TLR3

    Geçirdiğimiz Pandemi süresi boyunca şunu gördük ki, tüm insanlık COVID19 ile ilgili büyük bir bilinmezlik içerisinde. COVID19'un spesifik bir tedavisi henüz bulunmamaktadır. Yapılan tedaviler destek türünde insan bağışıklık sistemini destekleme amacı içindedir. Gördük ki uygulanan tüm tedavi kılavuzları ilk günden bu yana önemli ölçülerde değişmiştir. Ancak hala virüse karşı spesifik bir tedavi mevcut değildir. Geliştirilen aşıların fayda sağlayacağını düşünsek bile hangi aşı olursa olsun hastalığı geçirmeyeceğimizin garantisini vermemektedir. Elimizdeki en büyük silahlar hala maske, sosyal mesafe ve hijyendir. 

    Gelelim yapılan çalışmalar sonucu geliştirilmiş olan COVID19 yatkınlık testlerine. Hastalığa yakalanma ihtimali, hastalığı geçirme şiddeti kişiden kişiye değişmektedir. Bir kısmımız yaşımız ve hastalıklarımızdan bağımsız olarak bu hastalığı ağır geçirirken bir kısmımız hastalığı geçirdiğimizin farkına bile varmamaktayız. Belki de bir kısım insan virüse maruz kaldığı halde bağışıklık sistemi virüsü vücuduna almamaktadır. Tüm bu çeşitliliğin altında yatan temel neden genetik yapımızın birbirimizden farklı olmasıdır. Bu öyle bir çeşitliliktir ki, o kadar çok genetik yapı alternatifi vardır ki, tüm dünya nüfusu kadar çeşitlilikten bahsetmemiz yanlış olmaz. Yapılan bazı çalışmalarda TLR3 ve IRF7 genlerindeki varyantların hastalığın şiddetini değiştirdiğini göstermiştir. Bu araştırmalar uzun vadede yüz güldürücü, takip edilmesi ve geliştirilmesi gereken çalışmalardır. Ancak günümüzde bu ve benzeri genlerdeki değişiklikleri saptayarak bu testleri rutinde kullanarak COVID19 riskini belirlemek çok doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü bu hastalık poligenik multifaktöriyel bir seyir gösterir. Sayısı sınırlı varyantları bir araya getirip yorum yapar isek bilmediğimiz varyant bilgilerinin, hastanın tüm diğer özelliklerinin altında ezilip kalabiliriz. Bu test sonucunda düşük risk saptandığında (ki bilmediğimiz binlerce hatta milyonlarca özellik nedeniyle bunun kesin olarak saptanması şuan için mümkün değildir.) kişi yalancı bir rahatlama ile COVID19'dan kendini korumayabilir, hatta başkalarına bulaşa neden olabilir. Ya da tam tersi bir durumda bilinen varyantlara bağlı riskli bir durum tespit edildiğinde bu gerçek bir risk olmayabilir. Çünkü belkide kişinin diğer bağışıklık genlerinde koruyucu varyantlar mevcuttur ve bu kişi belki de hastalığı ılımlı geçirecektir. Bu durumda yine kişiyi yanlış bir kaygı içine sokup, halihazırda zor olan pandemi yaşantısının daha dayanılmaz hale gelmesine neden olunabilinir. Elbetteki bildiğimiz genetik bağışıklık hastalıkları ve mutasyonları mevcuttur. Bu hastalar tüm diğer viral enfeksiyonları ağır geçirme eğilimindedirler. Ancak bu hastalar COVID19 dışında başka bulgular veren ve tanısı pandemiden bağımsız olarak koyulabilinecek kişilerdir. 

    Bağışıklık sisteminiz ile ilgili bir sıkıntı yaşamıyorsanız yani bu nedenle her hangi bir sağlık kuruluşuna başvurmadı iseniz ve doktorunuz önermediyse COVID19 yatkınlık testini yaptırmaya gerek yoktur. Şunu çok iyi bilin, "Gereksiz Test Zarar Verir!!!!" Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için Tıbbi Genetik Uzman Hekimlerinden faydalanınız.


Coronavirus

"coronavirus-covid-19" by Nursing Schools Near Me is licensed under CC BY 2.0


8 Kasım 2020 Pazar

COVID19 Genetik Testleri

Real- Time PCR: 

    COVID-19 taraması için ilk tercih edilen test yöntemi revers transkripsiyon–polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile viral nükleik asit tayinidir (Li et al. 2020). RNA eldesi üst solunum yolları (orofarinks ve nazofarinks) sürüntülerinden yapılabileceği gibi bronkoalveolar lavaj ve balgam gibi alt solunum yolu örnekleri de RNA eldesi için kullanılabilir. Nazofarinksten alınan örneklerin orofarinksten alınan örneklere göre iki kat daha iyi sonuç verdiği görülmüştür.(W. Wang et al. 2020) Her iki örneğin alınması durumunda, örneklerin ortak bir tüpte birleştirilmesi önerilmekte; en iyi sonucun hem alt hem de üst solunum yollarının ortak test edilmesiyle elde edileceği bilinmektedir.(Loeffelholz and Tang 2020). SARS-CoV2 RNA’sı dışkı, idrar ve kan örneklerinden de izole edilebilmiştir ancak bu örnekler solunum örneklerinden daha az güvenilirdir. Üst solunum yolu örneklerinin semptomların başlangıcından itibaren birkaç gün içinde toplanması önerilmektedir (Loeffelholz and Tang 2020). Virüsün üst solunum yollarında ilk hafta sonunda, daha ağır vakalarda alt solunum yollarında 3 ve 4. haftaların sonunda pik yaptığı bildirilmiştir. (Loeffelholz and Tang 2020) RT -PCR testinin SARS-CoV2 dışında çapraz reaksiyonla başka bir virüsü tespit etmediği bilinmektedir ve bu nedenle özgünlüğü oldukça yüksek bir testtir. Duyarlılığı için kesin bir oran verilememekle birlikte ortalama %63-78 arasında değiştiği bildirilmiştir (Zitek 2020). Viral yükün az olması ya da yer değiştirmesi, yanlış örnekleme, erken ya da geç örnek alımı, testten önce antiviral kullanımı, transport hatası, ortamda PCR inhibitörlerinin varlığı, viral genetik mutasyon gibi nedenlerle yanlış negatiflikler sık görülmektedir. Testin negatif çıkması durumunda aralıklarla tekrarlanması testin duyarlılığını arttırmak için önerilmektedir (Loeffelholz and Tang 2020)(Zitek 2020)(Fang et al. 2020)(Hong et al. 2020). Hastaların klinik bulgularının RT-PCR sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmesi büyük öneme sahiptir. Örneğin; pandeminin başladığı şehir olan Wuhan’da yapılan 4880 vakalık bir çalışmada RT-PCR’nin tanı yüzdesinin ateş bulgusu varlığında %19 oranında yükseldiği, ayrıca ileri yaş ve erkek vakalarda testin tanısal değerinin arttığı bildirilmiştir (Liu et al. 2020). Yine Çin’de yapılan 82 vakalık klinik bir gözlemde, bilgisayarlı tomografi (BT) ile birlikte değerlendirildiğinde RT-PCR’nin duyarlılığının %79’dan %94’e yükseldiği tespit edilmiş olup bu durum akciğer tutulumunun varlığının diğer klinik bulgular gibi RT-PCR’de yanlış negatiflik oranlarını düşürdüğünü göstermektedir (He et al. 2020). RT-PCR, kısıtlılıklara rağmen COVID-19 enfeksiyonlarının doğrulanmasında uygulanan altın standart bir yöntemdir (Loeffelholz and Tang 2020). Virüse ait RNA’nın hedeflenen bölgelerinde yer alan nükleotid dizilerinin amplifikasyonunun gerçek zamanlı olarak floresan boyalarla görünür hale gelmesini sağlar (Kubista et al. 2006). Hedef bölge olarak sıklıkla S (spike) ve N (nükleokapsit) genleri ve yapısal olmayan RdRp (RNA-dependent RNA polymerase) ve ORF 1a/b (replicase open reading frame) genleri evrimsel süreçte korunmuş, eksprese olan ve çapraz reaksiyona en az giren genler oldukları için kullanılmaktadırlar (Chan et al. 2015)(Lu et al. 2020). SARS-COV2’ye ait RdRp/Hel bölgesinin tanısal değeri RdRp-P2 bölgesiyle karşılaştırıldığında duyarlılığının ve özgünlüğünün daha yüksek olduğu saptanmıştır (Chan et al. 2020). Farklı test kitlerinde çeşitli sayıda farklı gen bölgeleri kullanılmakta ve bu gen bölgelerine uygun RT-PCR protokolleri uygulanmaktadır. Örnek eldesi ve taşınmasında uluslararası viral transport mediumları kullanılabileceği gibi kite özgü viral nükleik asit tamponları da kullanılabilmektedir. Alınan örnekler tercihen 4 ℃’de ve en kısa sürede laboratuvara ulaştırılmalıdır (Hong et al. 2020). PCR sonunda değerlendirilebilir hale gelen hedef genlerin eşik döngü değerinin (Threshold cycle/ Ct) sınır değerin altında olması viral nükleik asit varlığının göstergesi olup pozitif sonuç anlamına gelmektedir. Test ortalama birkaç saat içinde sonuçlanmaktadır (Hong et al. 2020). Reaktif reaksiyon koşulları, analiz edilen gen sayısı analizin hassasiyetini etkileyebilmektedir. PCR koşullarının laboratuvar tarafından optimizasyonu önemlidir. Klinik laboratuvarın rutin çalışmada, onaylanmış negatif ve pozitif numuneleri kullanarak kalite kontrolü yapması gereklidir (H. Wang et al. 2020). Tüm bunların dışında testi yapılan patojen, bir RNA virüsüdür ve RNA, stabilitesi düşük, hücre yıkımından sonra birçok enzim tarafından kolayca yıkılabilen, kontaminasyon riski yüksek bir moleküldür. Ayrıca RNA virüslerinin mutasyona yatkınlığının yüksek oranda olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla; testin özgünlüğünü yüksek oranda etkileyebilecek bir diğer neden de test çalışmasının bir RNA virüsü üzerinde yapılmasıdır (H. Wang et al. 2020). Sonuç olarak; real-Time PCR, COVID19 tanısında ilk başvurulan test olmasına rağmen, yanlış negatiflik oranları nedeniyle izolasyon ve tedavi kararı verilirken tek başına değerlendirilmemelidir. Hasta multidisipliner bir yaklaşımla ele alınmalı; klinik bulgular, akciğer BT vb. diğer tüm verilerle birlikte değerlendirilmelidir (Tahamtan and Ardebili 2020). 

Dizi Analizi: 

    Virüs genomu 26-32 kb arasında değişmekte olup, 14 ORFs (open reading frames) bölgesi içermektedir ve 26 protein kodlamaktadır. Spike yüzey glikoproteini (S), zarf proteini (E), matriks proteini (M), nukleokapsid proteini (N) temel proteinleridir (H. Wang et al. 2020). Virüse ait genom bilgisinin dizilenmesi ile daha önce bilinen SARS-CoV (%79) ve MERS-CoV (%50) benzerliği ortaya konmuştur. SARS-CoV2’nin ORF1a ve S genindeki farklılıklar dışında SARS-CoV’a yüksek oranda homoloji gösterdiği görülmüştür. Filogenetik çalışmalarda değerlendirilen RNA dizisi virüsün Beta-coronavirüs ailesine ait olduğu bildirilmiştir.(Xu et al. 2020) Böylelikle virüsün kaynağı, evrimi, kullandığı mekanizmalar, bulaş yolları, tedavi gibi birçok bilgi hakkında öngörüde bulunulabilmiştir. Spike proteinini kodlayan S genindeki benzerlik ve farklılıklar virusun insan ACE2 reseptörlerine bağlanması ve insandan insana bulaşı hakkında önemli ipuçları vermiştir. SARS-CoV2’nin atasının yarasa korona virüsü HKU9-1 (%87) olduğu tespit edilmiştir.(Xu et al. 2020)(H. Wang et al. 2020) Elde edilen dizinin protein modelleme çalışmaları yapılarak S proteinin ACE2 reseptörlerine yüksek oranda afinite gösterdiği bildirilmiştir.(Xu et al. 2020) İnsandan insana bulaşma dinamikleri, bağışıklık yanıtı, viral replikasyon hızı ve virüs mutasyon hızı gibi verilerin eldesi virüs genomunun tespiti ile sağlanmıştır (Xu et al. 2020)(H. Wang et al. 2020). Yapılan başka bir çalışmada dünyanın farklı ülkelerinden elde edilen 10 adet SARS-CoV2 dizisi karşılaştırılmış; M ve N proteinlerini kodlayan dizilerde herhangi bir farklılık gözlenmemiştir. S protein dizisinde iki aminoasit varyantı, bir örnekte ise E proteininde bir adet mutasyon, ORF1ab ve ORF8 bölgelerinde ise iki olası SNP (single nükleotid polimorfizm) saptanmıştır.(Chang et al. 2020) Virüsün RNA dizisine ait benzeri çalışmalar, pandeminin seyri, hastalığın profilaksisi ve tedavisi açısından oldukça değerlidir (Chang et al. 2020). SARS-CoV2’nin genom dizilenmesi virüse karşı geliştirilebilecek aşı teknolojilerinin de önünü açmıştır. Özellikle DNA ve mRNA üzerinde diğer viral patojenlerle ilgili yapılmış aşı çalışmaları SARS-CoV2 çalışmalarının önünü açmıştır.(Prompetchara, Ketloy, and Palaga 2020) ACE-Fc proteinin dizisinin tedavi için yapılacak çalışmalarda aday gen olduğu bildirilmiştir (Prompetchara et al. 2020) (Schweickert et al. 2009)(Kruse 2020).

DÜNYA PANDEMİ YAŞIYOR


13 Temmuz 2020 Pazartesi

Genetik

Genetik (kalıtım bilimi) canlılardaki kalıtım ve çeşitliliği inceleyen bir bilim dalıdır. "Genetik" sözcüğünün kökeni ise Yunanca γένεσις - genesis (köken) sözcüğüne dayanır. Kalıtımın aktarım mekanizmalarını çalışan modern genetik 19. yüzyılın ortalarında Gregor Mendel ile başlamıştır. 

Genetik Kod - Çevre
Genetik Kod - Çevre

     Tüm canlılar aynı türden olsalar bile birbirlerinden farklılıklar gösterirler buna çeşitlilik yani varyabilite denir. Genetik Biliminin temel amacı canlılar arasındaki bu çeşitliliği araştırmaktır. Tüm canlılar aynı zamanda birbirleriyle benzerlik de gösterirler. Her canlı atasına benzer. Genetik Bilimin ikincil görevi atalar ve döller arasındaki bu benzerlikleri araştırmaktır. Darwin canlıların çeşitliliği, Mendel ise canlıların benzerliği ile ilgilenen il bilim insanlarıdır.
Genler DNA'nın belli bölgelerine karşılık gelen kalıtım birimleridir. DNA çift zincir bir moleküldür. Bu zincir üzerindeki nükleotitlerin dizisi, canlıların genetik bilgisidir. DNA, iki zincirli bir yapıya sahiptir. Sonraki kuşağa her iki ebeveyne ait birer DNA zinciri kalıtılır. Böylelikle yavrular anne babalarına benzerler ancak anne babalarından farklılıklar da gösterirler. Genetiğin temel görevi benzerlik ve farklılıkların oluşumunun ve aktarılmasının aydınlatılmasıdır. Böylelikle birçok canlı üzerinde açıklanacak olan genetik bilgilerle hastalıkların tanısı, tedavisi, bitki ve hayvanların ıslahı, evrim ve çevreye adaptasyon gibi birçok konu açığa kavuşturulabilinecektir.

            DNA,

1.     Genetik bilgiyi içerir. (Genetik kod)
2.     Kendi kendini sentezler. (Replikasyon)
3.     Protein sentezi
DNA tüm bu üç görevi sayesinde canlıların yaşamının ve soyunun devamını farklılıkları ve benzerlikleri sağlar.
Genetik kodumuz çevreyle etkileşim halindedir. Çevreye olan tepki yine genotip kontrolündedir. Genotip canlının çevre koşullarına reaksiyon yeteneğini ifade eder. Buna “reaksiyon normu” adı verilir. 
Reaksiyon normu üzerindeki araştırmalar, aynı genotipteki farklı çevrelerde büyüyen canlılar ve farklı genotipteki aynı çevre koşullarında büyüyen canlılar arasında araştırılır.
            Genotip ve fenotip birbirinden bağımsız olmayan kavramlardır. Evrimin temelini oluşturan bu kavramlar canlılığın adaptasyonunu ve devamını sağlar.


8 Temmuz 2020 Çarşamba

Tıbbi Genetik Uzmanına Nasıl Ulaşırım? Tıbbi Genetik Uzmanından Randevu Alma. Genetik Test Nasıl Yaptırırım?

Tıbbi Genetik Uzmanı
Tıbbi Genetik Uzmanı     

     Tıbbi Genetik Uzmanı'na yönlendirildiyseniz ya da ulaşmak istiyorsanız ilk etapta mutlaka devletin sağladığı uzmanlarla görüşmeniz sağlık güvencenizi kullanabilmeniz açısından sizin için daha faydalı olacaktır. Çünkü genetik testler maddi anlamda pahalı testlerdir. Hem gereksiz testlerden kaçınmak hem de sosyal güvencenizin sağlayacağı imkanlara ulaşabilmeniz için sağlık bakanlığına bağlı olarak çalışan Tıbbi Genetik Uzmanları'na ulaşmanız sizin için en doğru yol olacaktır. Bunun için https://www.mhrs.gov.tr adresinden giriş yapabilirsiniz ya da telefonla 182'yi arayarak merkezi randevu sisteminden kendinize en yakın Tıbbi Genetik Uzmanından randevu alabilirsiniz. 
     Hekiminize giderken yanınıza şimdiye kadar yapılmış olan tetkiklerinizi almayı unutmayınız. Gebelikle ilgili bir başvuru söz konusu ise randevunuza eşinizle birlikte gitmekte fayda var. Her iki eşten istenecek tetkik ya da muayene söz konusu olabilir. Genetik, tüm aileyi etkileyen bir bilim olduğu için hekiminiz gerek gördüğü durumlarda ailenin diğer fertlerini görmek isteyebilir. 

11 Mayıs 2020 Pazartesi

COVİD19, Coronavirüs, Genetik Testi, Real Time PCR

    Corona virüs pandemisi multidisipliner çalışmayı gerektiren tıbbi bir acildir. Tüm yoğun bakım üniteleri, yataklı servisler, radyolojik görüntüleme, laboratuvarlar ortak bir payda içinde hastalara hizmet vermek durumundadırlar. Bu disiplinlerin bir kolu virüsün kişideki varlığının direkt ya da dolaylı yollarla tespit eden laboratuvar testleridir. Bu testler, dolaylı yollardan vücudumuzun virüse karşı ürettiği antikorların saptanması şeklinde olabileceği gibi, direkt olarak virüse ait antijen ya da genetik materyalin tespiti ile de mümkündür. COVID19 için en çok uygulanan testler virüsün RNA'sının tespiti için yapılan genetik testlerdir. Real Time PCR yöntemi ile COVID19'a ait RNA'nın değişmeyen sabit bölgeleri floresan ışıklı boyalarla görünür hale getirilir. Bu işlem COVID19'a ait bu bölgelerin anahtar-kilit sistemi ile tespit edilip qPCR dediğimiz revers transkripsiyon ile çoğaltılması temeline dayanır. Virüse ait bölgeler çoğaltıldıkça floresan ışımaları kapiller elektroforez ile okunur hale gelir. Real time PCR tabanlı çeşitli programlarla bu ifadeler yorumlanabilir istatistiki ve logaritmik birimler halini alır. Biz eğer COVID19'a ait RNA bölgelerini hata payı en az olacak şekilde görebiliyor isek çalışılan numune COVID19 açısından Pozitif'tir. Diğer bir ifadeyle numunenin ait olduğu kişide COVID19 saptanmıştır. Virüsün tutunup çoğaldığı bölgeler solunum yolları olduğundan testorofarinks, nazofarinks, bronkoalveolar lavaj ve balgam gibi solunum yolu örneklerinden çalışılır. Klinik açıdan hasta COVID19 ile uyumluysa test sonucunun pozitif çıkması beklenir. Ancak testin sensitivitesinin hassas, virüs yüküne bağlı olması ve hastalığın seyri boyunca farklı dokularda yer alma eğiliminin olması nedeniyle sonuç negatif çıkabilir. Bu durumda hasta yakından takip edilerek testin belli aralıklarla tekrarlanması gerekir. Hastaya bu süre içinde COVID19 pozitif olarak davranmak gerekir. Aşağıda RT-PCR ile elde ettiğimiz COVID19 pozitif ve negatif test sonuçları yer almaktadır. Yeşil ile ifade edilen eğri insan epitel hücrelerine ait genetik bölgeyi turuncu ve mavi ile ifade edilen eğriler ise COVİD19'u temsil eden RNA bölgelerini ifade etmektedir. 
COVID19 NEGATİF
COVID19 NEGATİF





COVID19 POZİTİF
COVID19 POZİTİF

14 Mart 2020 Cumartesi

Mitokondri Enjeksiyonu, Tüp Bebek

     Mitokondri, hücre içinde yer alan hücrenin oksijenlenmesini sağlayan solunumdan sorumlu bir organeldir. Kendine ait genetik materyali vardır. Mitokondriye ait mitokondriyal DNA anneden kalıtılır. 

      Hücrenin büyüklüğüne göre sahip olduğu mitokondri miktarı da değişir. Kadın üreme hücresi olan yumurtada mitokondri miktarı diğer büyüklüğü nedeniyle diğer hücrelerimize göre daha fazla sayıdadır. Spermde ise hareket kabiliyeti nedeniyle solunum yani enerji ihtiyacı fazla olduğundan mitokondriler kuyruk bölgesinde toplanmıştır. Spermin baş kısmı yumurtaya girip döllenme başladığında spermin kuyruğu yumurta dışında kalarak kaybedilir. Dolayısıyla çocuğa babadan mitokondri ve mitokondriyal DNA geçişi olmaz. 

     Mitokondri miktarı yaşla birlikte yumurta hücresinde azalmaktadır. İleri anne yaşı nedeniyle kalitesiz yumurta hücresi nedeniyle gebelik elde edilememesi, başarısız tüp bebek tekrarları gibi durumlarda anne yumurtasındaki mitokondri sayısının arttırılabilirliği üzerine çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 

   Sadece gebelik değil, bunun dışında yaşlanmayı önleme, çeşitli hastalıkların tedavisinde mitokondri injeksiyonunun kullanılabilirliği üzerine de araştırmalar yapılmaktadır. 

Mitokondri ve Mitokondriyal DNA

Mitokondri ve Mitokondriyal DNA

      Yumurtaya sperm injeksiyonu yapıldığı sırada mitokondriler de yerleştirilir. Yerleştirilen mitokondriler annenin yumurtalığından henüz olgunlaşmamış oositlerinden alınmaktadır. Buna otolog mitokondri injeksiyonu denir. 

     Bir diğer yöntemse daha genç bir başka anne adayından alınan mitokondri injeksiyonudur. Buna allojenik mitokondri injeksiyonu adı verilir. Ancak bu durumda doğacak bebeğin 3. bir ebeveyni söz konusu olacaktır. Çünkü mitokondriler genetik materyal içeren organellerdir. Bu durum etik açıdan ve mitokondrial DNA ile kalıtılan hastalıklar açısından risk oluşturmaktadır. 

    Mitokondri injeksiyonu ülkemizde kullanılan bir yöntem değildir. Dünyada ise henüz çok az olguda uygulanmış ve sonuçları hakkında net verilerin henüz elde edilmediği bir yöntemdir. İleri anne yaşı, yumurtaların yaşlanması doğal bir süreçtir bu sürecin önüne geçmek ne kadar doğrudur, ne kadar etiktir ya da bunu ne kadar başarabiliriz gibi sorular mevcuttur. Ayrıca dünyaya yeni gelecek bir bebeğin geleceği üzerinde etki edebilecek yöntemlerin uygulanması ancak bilimsel araştırmaların kesine yakın sonuçlarıyla olmalıdır.

29 Şubat 2020 Cumartesi

Yaratıcılık Geni, Yetenek

            Güzel sanatlar, güzellik ve zevkle ilgilenen sanatlardır. Daha önce “müzik” in genetiğinden bahsetmiştik. bkz.(Müzisyen Geni) Bu yazıda resim, heykel, mimarlık, şiir, yazarlık, oyunculuk vb. diğer sanat dallarının bütününü kapsayan ve kısaca yaratıcılık dediğimiz kavramın genetiğinden bahsedeceğiz. Yaratıcılık, yeni ve değerli bir şey oluşturma olgusudur. Kişinin kendini anlatmasının yollarından birisidir. Genetik yatkınlık kadar çevresel faktörler de yaratıcılığın geliştirilmesi konusunda çok önemlidir. Yani başka bir ifade ile yaratıcılık ve yaratıcı düşünme poligenik, multifaktöriyel bir özelliktir. Yapılan araştırmalarda bazı genlerde yaratıcılıkla bağlantılı birtakım değişiklikler bulunmuş olsa da, bu değişiklikler kişilerin yaratıcılığı hakkında tek başlarına fikir vermezler. Poligenik multifaktöriyel bir özellik olan yaratıcılığın sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi, ancak kişinin yarattığı eserlerin değerlendirilmesi ile mümkündür.
 
Yaratıcılık, Yetenek
            Yaratıcılık sadece bilim, teknoloji ve sanattaki birçok yeniliğin değil, aynı zamanda insanların günlük yaşamlarında karşılaştıkları ortak sorunlara yeni çözümlerin de temelini oluşturur. Son zamanlarda bilişsel sinirbilimde önemli bir konu olarak ortaya çıkmıştır.

            Çalışmalar dopaminerjik sistemin yaratıcılığa etkisi olduğuna işaret etmiştir. Yaratıcılığın dopamin D2 reseptör geninin (DRD2) polimorfizmleri ile önemli ölçüde ilişkili olduğunu bulunmuştur. Yaratıcı düşünebilme akıcılığı DAT, COMT, DRD4 ve TPH1 genleri ile bağlantılı bulunmuştur. Ayrıca, sözel ve şekilsel düşünmenin çeşitli yönlerinin, COMT ve DRD2 genlerinin çeşitli polimorfizmleri ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.

            Dopaminerjik (DA) sistem içinde DA D2 reseptör geni (DRD2) ve katekol-O-metiltransferaz geni (COMT) en çok ilgi çeken genlerdir. DRD2'deki birkaç tek nükleotid polimorfizminin (SNP) ıraksak düşünme kabiliyeti ile ilişkili olduğu bulunmuştur. 5-HT ile ilişkili triptofan hidroksilaz geni üzerindeki birkaç SNP'nin de farklı düşünme görevlerindeki performanslarla ilişkili olduğu bulunmuştur. Oksitosin reseptör genindeki bir SNP, rs1042778, farklı yaratıcı düşüncenin akıcılığını, esnekliğini ve özgünlüğünü sağlamaktadır. 

            Yaratıcılık tek bir faktöre dayandırılamayacak çok komplike bir yetenektir. Yaratıcılığa etki eden bildiğimiz kesin bir şey varsa o da eğitimdir. Ayrıca farklı sanat dallarında etkili olan ortak genler söz konusudur. Peki sanat ayrımını yapan nedir? Ya da sanat genlerindeki değişiklikleri taşıyan herkes neden sanatçı değildir? Bunun gibi birçok sorunun cevabı çevresel faktörler ve bilemediğimiz farklı komplike mekanizmalardır.

26 Şubat 2020 Çarşamba

Müzisyen Geni, Müzik Kulağı, Ritm Duygusu


     Müzik yeteneği, herkeste olmayan ve bazı ailelerde çok sayıda olabilen kişilerin sahip olduğu, genetik ağırlığı fazla olan bir yetenektir. Müzisyen birinin ailesine baktığınızda en az bir ebeveyninin veya birkaç akrabasının müzikle ilgilendiğini fark edersiniz. 
     
     Yapılan ikiz çalışmaları, segregasyon, linkaj analizleri de müzik yeteneğinin kalıtsallığını ispatlamaktadır. Birçok farklı gendeki birçok farklı değişiklik bazı ailelerde evlilik gibi sosyal etkileşimlerle de yığılır. Bu genetik yığıntılar müzik yeteneği halini alır. Bu yığıntıdan daha fazla pay alan aile biriyi yeteneği en fazla olan aile bireyi olur. Bu genlerden bahsedecek olursak, 12. kromozom üzerindeki AVPR1A geni, müzik algısı, müzik hafızası ve müzik algılama ile ilişkilendirilirken, 17. Kromozom üzerinde yer alan SLC6A4 geni müzik hafızası ve koro katılım yeteneği ile ilişkilendirilmiştir. ADCY8 geni sadece beyinde ifade edilen bir gendir ve öğrenme ve hafıza süreçlerinde rol oynar. Bu gen üzerindeki farklılıklar da müzik yeteneğini etkilemektedir. EPHA7 geni ise beyin gelişiminde, özellikle de işitsel korteks ile diğer kortikal bölgeler arasında ilişki kurulmasını sağlayan bir gen olup müzik kabiliyetini etkilemektedir.  
Yapılan ikiz çalışmalarında melodik algılama yeteneğinin %71-80 oranında genetik altyapısının olduğu tespit edilmiştir.

     UNC5C, ROBO1 ve TRPA1 genleri bireylerin ses algılama yeteneğinde değişkenliğe yol açtığı bilinmektedir.
Müzik


     SLC6A4, TPH1 ve DRD2 gibi diğer aday genlerinin değişimleri sosyal biliş ve davranışta önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir. Bu çalışma müzik algısı ile insanın sosyal işlevleri arasında potansiyel bir bağlantı olduğunu düşündürmektedir.

      İç kulağın gelişiminde rol oynayan GATA2 (GATA bağlayıcı protein 2) genidir. Çevresel algı yollarında, müzik algısı için gerekli ses perdesi, yön ve ses yüksekliği bilgilerinin ilk entegrasyonunu destekleyen önemli bir yapıdır. PCDH7 geni ise tavuğun gelişmekte olan kokleasında ve farenin amigdalasında eksprese olur ve müzik algısındaki rolü önemlidir. Ritim alanında, bir çalışma, FOXP2 (Forkhead box protein P2) geninin 7q31 kromozomu üzerindeki mutasyonunun ritim algısını ve üretimini bozduğunu, bildirmiştir.
BDNF (beyinden türetilmiş nörotrofik faktör) geni hipokampusta (yeni öğrenme ve hafıza için temel bir yapı) eksprese olan yetişkin beyninde müzik hafızası ile ilişkili olan bir gendir.
Bilim insanları substantia nigra'da yüksek oranda eksprese edilen UGT8 geninde şarkı söyleme doğruluğu ile önemli ölçüde ilişkili olan eşanlamlı olmayan bir SNP (rs4148254) keşfettiler. Bulgular, müzikteki yaratıcı fonksiyonların güçlü bir genetik bileşene sahip olabileceğini ve kalıtım tahmininin % 84 olduğunu göstermektedir.
      Soy ağacı verileri kullanılarak, şarkı söyleme doğruluğunun kalıtım derecesi % 40 olarak bildirilmiştir.
      Bahsi geçen tüm genlerdeki çeşitli farklılıkların müzik yeteneğinde rol aldığı bilinmektedir. Her şeye rağmen genetik yatkınlıklar dış faktörlerle şekillendirilmelidir ki müzik yeteneği ifade edilebilsin. Ayrıca bildiğimiz genler bir kişinin müzik yeteneğini açıklayabilme konusunda oldukça yetersizdir. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.

25 Şubat 2020 Salı

Sporcu Geni


     Sporculuk ve benzeri yeteneklerin altında her özelliğimizde olduğu gibi genetik faktörler yatmaktadır. Spor yeteneğinde %30-80 oranında genetik faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Her ne kadar bir takım genetik farklılıklar spor yeteneği ile ilişkilendirilmiş olsa da bu değişikliklerin tek başlarına bir anlamı yoktur. 

     Örneğin COMT genindeki bir farklılık (rs4680), yüzücülerdeki rekabet performansı ve ultra dayanıklılık ile ilişkilendirilmiştir. COMT, prefrontal korteks içindeki dopaminin düzenlenmesinde rol oynar, bu SNP'deki varyasyon dopamin seviyelerini ve dolayısıyla bilgi işlemeyi ve hafızayı etkiler. Böyle bir varyant eritropoietin reseptör (EPOR) geni içinde rs121917830'da da meydana gelebilir. Bu varyasyon, etkilenen insanların kırmızı kan hücresi üretimini ve dolayısıyla daha fazla oksijen taşıma kapasitesini arttırdığı eritrosistoz-1 adlı bir hastalıkla bağlantılıdır. Bu değişiklik dayanıklılık sporları için potansiyel olarak avantaj sağlar, Finlandiya kros kayak şampiyonu Eero Mantyranta'nın bu varyanta sahip olduğu bilinmektedir. Kanada engelli koşucusu PriscillaLopes-Schliep’te kas distrofisine bağlı lamin / AC (LMNA) genini etkileyen nadir bir varyantın avantajı mevcuttur. 
SPOR GENİ

     Bir diğer değişiklik “olağanüstü kas” olarak tanımlanan miyostatin geninde (MSTN) nadir bir varyasyondur. Yüksek düzeyde güç ve kas kütlesi gerektiren sporlarda avantaj sağlayabilir. ACTN3 genindeki rs1815739 değişikliği, ACE genindeki (I) / delesyon (D) insersiyonu polimorfizmi (rs1799752), PGC1-1α genindeki rs8192678 değişikliği de tanımlanan spora yatkınlık gösteren farklılıklardır. Nükleer solunum faktörü 2 (NRF2) genindeki bir SNP (rs7181866), elit atlet statüsü ile ilişkilendirilmiştir. ACTN3 bir “hız geni” olarak bilinmektedir. Bunun dışında hem boy, hem de vücut kitle indeksi yüksek oranda kalıtsaldır ve her ikisi de elit sporcu statüsünün elde edilmesine katkıda bulunur. 
     
SPORCU GENİ

     Ayrıca, psikolojik özellikler de anksiyete ile ilişkili bir dizi SNP ile genetik olarak etkilenmektedir. İlginç bir şekilde, beyin duygu merkezlerinin aktivitesini potansiyel olarak modüle eden proteinleri kodlayan genlerde, özellikle serotoninerjik, katekolaminerjik ve hipotalamik-hipofiz-adrenal sistemlerin elementlerini kodlayan genlerde de elit spor performansına yatkınlığı etkileyebileceği bulunmuştur. Bu nedenle, spor performansı üzerindeki genetik etki geniş, çok faktörlü ve yaygındır. Ancak bu belirteçler yetenek belirlemek için kullanılamaz. Çünkü bilmediğimiz daha birçok faktör mevcut. Bu faktörleri tespit etmek aradaki bağlantıları sağlamak oldukça güçtür.


23 Şubat 2020 Pazar

Multiple Skleroz, MS Genetik mi?

    Multiple Sklerozis (MS), sinir sistemini tutan nörolojik otoimmün bir hastalıktır. Sinir hücrelerinin etrafını saran myelin kılıf hem koruyucu hem de uyarının iletimini hızlandıran özelliktedir. MS’de myelin kılıflara karşı vücudun bağışıklık sistemi henüz tam olarak bilinmeyen nedenlerle saldırır. Myelin kılıflar üzerinde inflamasyon yani iltihap oluşur. Myelin kılıflar görevlerini yerine getiremezler sinir hücresi üzerinde uyarı daha yavaş iletilmeye başlar ayrıca sinir hücreleri de bu iltihaptan zarar görür. Tutulan bölgeye göre klinik bulgular ortaya çıkar. Görme kaybı, dengesizlik gibi bulgular bunların bir kısmıdır. 

Zamanla tutulumlar arttıkça geri dönüşü olmayan hasarlar ortaya çıkabilir. MS poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Birçok gendeki küçük değişikliklerin bir araya gelip yatkınlık oluşturması ardından çevresel faktörlerle hastalığın tetiklenmesi ile ortaya çıkar. 
Yapılan araştırmalarda bu genlere ait birtakım değişiklikler keşfedilmiştir. Bu değişikliklerin hastalığın ağırlığı, seyri hakkında etkileri olduğu düşünülmektedir.  HLA-DRB1 geninde HLA-DRB1*15 ve HLA-DRB1*03 alleleri MS riski oluşturmaktadır. HLA-DRB1*01 ve HLA-DRB1*11 allelleri ise koruyucudur. Yine KCNA3 genindeki rs2821557 polimorfizmi hastalığa yatkınlıkta ve hastalığın gidişatında rol oynamaktadır. PDCD1 genindeki değişiklikler MS ve MS gibi otoimmün bir hastalık olup merkezi sinir sistemini de tutan Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) hastalığında da rol oynamaktadır. HLADQB1 genindeki hatalar ise MS’de olduğu gibi yine otoimmün hastalıklar olan Çölyak, Creutzfelt Jakop Hastalıklarında da görülebilinir. Yine TNFRSF1A geni MS ve Periyodik Ateş hastalığına etki eder. 

         Görüldüğü üzere MS genetiği komplike çok faktörlü bir hastalıktır. Biz bu bahsi geçen genlerdeki değişiklikleri kişi de bulsak bile hastalığın geçirilip geçirilmeyeceği hakkında net bir yorum yapamamaktayız. Burada en önemli gösterge aile öyküsüdür. Birinci derece akrabalarda hastalık varlığı MS riskini %20’lere çıkarmaktadır. Ailedeki MS olan kişilerin sayısı, hastalık başlangıç yaşları, yakınlık dereceleri hastalık riskini etkileyen önemli faktörlerdir.

22 Şubat 2020 Cumartesi

Amyotrofik Lateral Skleroz, ALS Genetik mi?

Amniyotrofik lateral skleroz (ALS), genetik olarak birçok genetik varyasyonun orantısız olarak katkısıyla karakterize karmaşık bir nörodejeneratif hastalıktır. Ailede ALS hastası bireyin varlığı aile bireyleri açısından riski arttırır. ALS olan bireyin birinci derece akrabalarında (anne-baba-kardeş-çocuk) risk daha fazladır. Toplu olarak, tanımlanan genetik risk faktörleri, ALS’nin ∼% 50-% 70'inden sorumludur. ALS poligenik multifaktöriyel bir hastalıktır. Tek başına anlamı olmayan birçok genetik varyant ve birçok çevresel faktör bir araya gelerek hastalık ortaya çıkar. Hastalığın küçük bir kısmı ise tek gen hastalığı şeklinde kalıtırlır. Yani bir gendeki patojenik tek bir mutasyon hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir. Sonraki kuşaklara keskin bir biçimde kalıtılır. ALS’nin ortalama %9 ‘unda SOD1 genindeki mutasyonlar sorumlu tutulmaktadır.

ALS ile ilişkili genlerin çoğu alellik heterojenite gösterir. Her gen içindeki farklı mutasyonlar aynı klinik fenotipe neden olabilir.  Yani gendeki farklı hatalar aynı hastalığa neden olabilir.  Ayrıca ALS'ye neden olabilen genlerin çoğu pleiotropiktir, yani aynı genetik mutasyonların çok farklı klinik fenotipler (hastalıklar) üretebileceği anlamına gelir. GGGGCC heksanükleotid, C9ORF72'deki tekrar genişlemesi mutasyonu örneğin ALS veya frontotemporal demansa neden olabilir. Ayrıca, hastalığın aynı birincil genetik nedenini paylaşan aile üyeleri arasında bile, hastalığın başlangıcında çok çeşitli yaştan sorumlu faktörler bilinmemektedir. 

ALS'ye neden olabilecek çeşitli mutasyonların penetrasyonunun değişken olduğu bilinmektedir. Yani ailedeki hastalığa neden olan mutasyon kişide var olsa da hastalık ortaya çıkmayabilir ya da hastalık daha hafif ortaya çıkabilir.  SOD1'de, A4V ve H46R mutasyonlarında penetrans yüksekken, D76Y, D90A ve I113T mutasyonları için penetrans düşüktür.  Penetrasyon hem hastalığı gösteren kişiler hem de ilgili genetik mutasyonu barındıran ancak henüz klinik olarak etkilenmeyen aile üyeleri incelenerek açıkça tanımlanabilir. Genetik testlerin sonuçlarıyla uyumsuz olan etkilenen aile üyelerinin nadiren oligojenik kalıtım için ALS duyarlılık genlerinde çoklu mutasyonların varlığı (ki bunu tamamiyle keşfedip yorumlamak şu an için mümkün değildir) etkilenmemiş aile üyelerine risk bildirimini önemli ölçüde karmaşıklaştırmaktadır. 

 Stephen Hawking, ALS


Dolayısıyla ALS'nin genetik yapısı karmaşıktır ve en önemlisi, tam olarak anlaşılamamıştır. ALS genetiğinin karmaşıklığını ve belirsizliğini, genetik test yaptırmayı düşünen veya yapan insanlara açıkça ifade etmek, potansiyel olarak ALS riski altında olan popülasyonda presemptomatik genetik danışma için büyük bir zorluktur. Bilimsel ilerlemenin hızlı temposu ve ALS genetiğinin sürekli değişen manzarası, bu zorluğu daha da arttırmaktadır. Halihazırda henüz tedavi edici veya önleyici herhangi bir müdahale olmamakla birlikte, risk altındaki bireyler dünyaya gelecek yeni nesil açısından preimplantasyon genetik tanı planı için taşıyıcılıklarını öğrenmek isteyebilirler.  Böylelikle soyun devamında hastalığın önüne geçilebilinir.  Ancak hastalık bilgisi genç yaştaki ve henüz hastalığı göstermeyen kişi açısından oldukça ağır bir bilgi olabilir. Bu nedenle genetik danışma almak bu kişiler için oldukça hayatidir. TBK1, CHCHD10, TUBA4A, CCNF, MATR3, NEK1, C21orf2, ANXA11, TIA1, SOD1, C9orf72, TARDBP, FUS, VCP genleri ALS için tek gen kalıtımı gösterebilen genlerdir. Bu genlerin aile içinde çalışılabilmesini hasta olan kişi yani indeks kolaylaştırır. Hasta olan kişinin hayatta olması ya da DNA’nın bulunması işleri kolaylaştırır.

20 Şubat 2020 Perşembe

Aşk Genetik mi?


              Aşık olmak, genetik yapımızın kontrolündedir. Aşk üzerinde serotonin ve dopamin metabolizması etkilidir. Serotoninin hücre içine taşıması kolay olan bireyler aşklarını daha aşk gibi tutkulu, şiddetli ve ateşli yaşarlar ve bu kişiler daha sık ve kolay aşık olduklar. Bu kişilerde serotonin reseptörlerini kodlayan genler daha kısadır. Uzun gene sahip olan kişiler ise duygularını daha az belli ederler, daha sakin ve dingin bir şekilde aşklarını yaşarlar. Bu kişilerin serotonin reseptör genleri daha uzun protein kodlarlar. Sevgi gibi, aşk gibi birçok özelliğimiz, tüm davranış kalıplarımızın belirlendiği içerisinde genetiğin de yer aldığı oldukça kompleks bir mekanizma sonucunda ortaya çıkar.
             İnsan bağışıklık sisteminde rol oynayan bazı genlerin, eş seçiminde ve doğru eşi bulma konusunda bizleri yönlendirdiği bilinmektedir. Aşk hormonu adıyla anılan oksitosin hormonu annelik davranışı, eşler arası bağlanma, endişenin giderilmesi, olumlu ruh hali, koku hafızası, doğum ve emzirme sırasında oto uyarım gibi etkilere sahiptir. Oksitosinin vücuttaki eksikliği veya fazlalığı otizm, frajil x sendromu gibi davranışsal hastalıklarda kritik rol oynuyor.  Oksitosin hormonunun yetersizliğinde eşler romantik ancak umursamaz birer aşık olabiliyorlar. Yani birbirlerinin sorunlarına empati ile yaklaşmıyorlar. Bu kişilerin oksitosin hormon reseptörlerinin genetik olarak farklı varyantlarının olduğu düşünülmektedir. Genetik olarak oksitosini daha iyi tutan reseptörlere sahip kişiler daha bağlı, sevgi dolu, sahiplenici özelliklere sahiptirler.
Aşk ve Genetik

             Genetik bağlantısı olan iki aşk tipi günümüzde dikkat çekmektedir. Bunlar ‘Eros’ ve ‘Mania’ olarak adlandırılırlar. Eros, fiziksel cazibeye dayalı, mania ise sahiplenici, kıskanç ve zedeleyici özelliklere sahiptir. Eros tarzı aşk yaşayan insanlarda dopamin miktarı azalıyor ve ödül alma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu ihtiyacı karşılamak için birer tutkulu aşığa dönüşüyorlar. Mania tarzı aşklarda yaşanan sorun ise serotonini düzenleyen gendeki mutasyondan kaynaklanır. (Obsesif Kompulsif bozukluk yaşayan hastalarda da aynı durum görülür.) Takıntılı, sarsıcı, kıyıcı tarzda bir aşk söz konusudur. Özellikle son yıllarda ciddi artış gördüğümüz kadın cinayetlerine bakacak olursak, Türk erkeklerinin mania tipi aşık oldukları söylenebilir. Daha net konuşmak için Türk erkeklerinde serotonin genleri analiz edilmelidir.
Aşık olduğumuz kişileri genlerimiz belirler. Doğadaki temel amaç sağlıklı, güçlü, donanımlı çocuklar dünyaya getirmektir. Anne babanın gen farklılığı ne kadar çoksa doğacak çocuk o kadar sağlıklı olur. Doğada farklı genlere sahip çiftler birbirlerini daha çekici bulurlar. Birbirlerine aşık olma eğilimleri daha yüksektir. Bu da oksitosin hormonu ve limbik sistemler ilgilidir. Koku duyusu limbik sistemde işlenir. Özellikle genetik uyumlu partner seçiminde koku duyusu çok önemlidir.


18 Şubat 2020 Salı

Kadın İnfertilitesi


Bir yıl boyunca korunmasız düzenli cinsel ilişkiye rağmen gebelik oluşmaması İNFERTİLİTE olarak tanımlanır. İnfertilite çiftler için psikososyal ve ekonomik bir sorundur. Hiç gebelik elde edilememişse primer infertilite, en az bir kere gebelik elde edilmişse sekonder infertilite olarak adlandırılır. Her ovulatuar siklusta %25 gebelik şansı vardır. Bu oran 3 ayda %57’ye, 6 ayda %72’ye, 12 ayda %85’e yükselir. Otuz bir yaş üstünde, yaş artımı ile gebelik oranları azalır. 12 ay dolmadan araştırılması gerek çiftler:
1)35 yaş üstü kadınlar
2)Oligo/amenoreik kadınlar
3)Uterin, tubal hastalığı ya da endometriozisi ya da abdominal ve pelvik cerrahi geçiren kadınlar
5)Semen anormalliği olan erkekler
6)Ürogenital cerrahi ya da cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü, genital patolojik bulgusu olan erkekler
Kadınlarda fertilite 35 yaşından sonra azalır, 40 yaşından sonra minimaldir. Erkeklerde ise 40 yaşından sonra hafif azalır ve ileri yaşlara kadar devam eder. Reprodüktif çiftlerin %10-15’inde infertilite görülür. Etyolojide %40-55 kadın, %25-40 erkek, %10 oranında hem kadın hem de erkek faktörü etkendir.


FERTİLİZASYON

Kadın İnfertilitesi Etiyolojisi
%30-40’ı Ovulatuvar Faktörler
·  Polikistik over sendromu (PKOS)
·  Hiperprolaktinemi Hipotiroidizm
·  Konjenital Adrenal Hiperplazi
·  Hipotalamik Hipogonadizm
·  Prematür Ovaryan Yetmezlik (POY)
%30-40 Tubo-Peritoneal Faktörler
·   Tubal Obstrüksiyon
·   Tubal Cerrahi Pelvik Adezyonlar
%10-15 İntrauterin Faktörler
·   Konjenital Uterin Anomaliler
·   Mülleriyan Gelişim Anomalileri
·   Fibroidler Endometriyal Polipler
·   İntrauterin Adezyonlar Endometriozis
%10-15 Açıklanamayan Faktörler
·   Antagonist Servikal Sekresyonların Varlığı
·   Hasarlı Endometrial Reseptivite
·   Hasarlı Tubal Siliyal Aktivite
·   Hasarlı Ovum Pick - Up Mekanizması
·   Lüteinize Unrüptüre Follikül Sendromu
·   Luteal Faz Defekti
·   Hasarlı Oosit/Sperm Fertilizasyon Kapasitesi
·   İmmünolojik Faktörler
·   Bozulmuş Pertoneal Sıvı Antioksidan Fonksiyonu
     İnfertil Kadınlarda neden ne olursa olsun genetik olarak kromozom testi yapılması gerekmektedir. Hem infertilitenin nedenini bulmak için hem de IVF öncesi bu sonucun her iki eşten görülmesi PGT planlanması için gerekmektedir. Ayrıca IVF planı yapan anne adayından trombofili paneli de istenmesi uygun olabilir. Erken menopoz olgularında ayrıca Frajil X hastalığı taşıyıcılığı bakılmalıdır. Bu hastalık taşıyıcılığı kadınlarde erken menopoz nedeniyken erkeklerde zeka geriliği vb durumlar yaratabilir. Annenin taşıyıcı olup olmadığını bilmek doğacak çocukları için önlem almak açısından önemlidir.

16 Şubat 2020 Pazar

Doku Uyumu, Organ Transplantasyonu

Organ naklinde doku uyumu aranmaktadır. Aksi halde organı alan kişi organı yabancı cisim olarak algılar ve immünolojik olarak yanıt verir. Bu da organın reddine neden olur. Doku uyumu kişiyle ne kadar fazlaysa vücudun organı kabul etme ihtimali o kadar yüksektir. Özellikle kemik iliği nakillerinde HLA uyumu dokunun reddedilmemesi açısından çok önemlidir.  HLA-DR uyumsuzluğu olan nakil olgularında ağır akut graft versus host hastalığı oranı %65 ile yüksek bulunmuştur. HLA-A ya da HLA-B uyumsuz nakil olgularında ise bu oran %34 iken HLA tam uyumlu vericiden nakil olgularında %14 saptanmıştır. 
HLA (Human Leukocyte Antigens) 6. kromozomun kısa kolunda yerleşen yaklaşık 4000 kb uzunluğunda dev bir gen kompleksidir. Görevleri MHC (Major Histocompatibility Complex) moleküllerini kodlamaktır. MHC Class II’de HLA DP, DM, DQ, DR ve TAP moleküllerini kodlayan genler yer alır. Bunlardan HLA DP, DQ ve DR, antijen sunumundan sorumlu molekülleri kodlar. DM, TAP1 ve 2 tarafından kodlananlar ise antijenin işlenmesi ve sunuma hazırlanması sürecinde önemli rol oynarlar. MHC Class I’de ise başta HLA A, B ve C HLA E, F, G, H ve X molekülleri kodlanır. HLA A, B ve C antijenleri antijen sunumundan sorumludur. Diğerlerinin görevleri doğal öldürücü hücrelerin (NK) fonksiyonlarında rol almaktır. MHC Class III bölgesinde ise inflamasyonda son derece önemli olan Tumor necrosis factor (TNF), kompleman 2 ve 4 (C2, 4), ısı şok proteini-70 (HSP-70) ve lenfotoksin (LT) kodlanır. MHC, organizmanın en polimorfik bölgesidir. İnsanda 4500 farklı HLA aleli olduğu bilinmektedir. MHC molekülleri, insanda ilk kez lökositlerin yüzeyinde gösterilmiştir, insan lökosit antijenleri (human leukocyte antigen; HLA) olarak adlandırılır.
Doku Uyumu HLA 
Akraba dışı vericiden yapılan nakillerde üç lokusdan 
HLA-A(A1; A2)
HLA-B(B7; B8)
HLA-DR(DR2; DR3) 6 allelin uyumu beklenir (6/6 uyum). Hatta bazı merkezlerde diğer lokuslar (HLA C, HLA DQ, HLA DP) için de uyum istenir.
Minör HLA uyumsuzluğu: HLA-A ya da HLA-B lokusunda serolojik tipleme sırasında çapraz reaksiyon veren bazı aleller vardr. "Cross-reacting groups" (CREGS) olarak isimlendirilir. Allelik tipleme ile serolojik tipleme arasındaki uyumsuzluk hali minör HLA uyumsuzluğu olarak ifade edilir.
Doku antijenlerinin uyumunun önemi organlara göre değişir. Kornea, kalp, akciğer, ekstremize, deri ve karaciğer nakillerinde doku uyumu hiç önem taşımazken, böbrek nakillerinde önemli, kemik iliği naklinde ise ileri derecede önemlidir. Böbrek nakillerinde doku uyumu olmadan da hastanın aciliyetine göre doku uyumu aranmayabilinir. Bunun duşında böbrek naklinde HLA DR allellerinin uyumu önceliklidir.


Kalp, akciğer, böbrek, kemik iliği nakillerinde donör ve alıcı arasında kan transfüzyon kuralları geçerlidir. Ancak Rh uyumu aranmaz.
Kemik iliği transplantasyonunda kan grubu uyumu aranmaz ancak doku uyumu çok önemlidir.

Kök Hücre

Kök hücreler sınırsız bölünme, yenilenme ve farklılaşma özelliğine sahip hücrelerdir. Tek bir embriyo hücresinden kompleks bir organizma haline gelmemizi sağlarlar. 
1.Totipotent Kök Hücreler: Zigot oluşumundan blastosist aşamasına kadar embriyonun farklılaşmamış kök hücreleridir. Embriyo, embriyo dışı bütün dokuları  oluşturan sınırsız çoğalma yeteneğine sahip kök hücrelerdir.
2.Pluripotent Kök Hücreler: Embriyonun 5-6. günlerinde 64-200 hücreli blastokist iç hücre kitlesindeki embriyoblastlardır. Ektoderm, endoderm ve mezoderm karakterli dkulara dönüşerek bütün organ ve dokuları yapar. Sınırsız çoğalma yeteneğine sahiptirler. 
3.Multipotent Kök Hücreler: ektoderm, mezoderm ya da endodermden farklılaşmayı sağlar. Kendini yenileme özelliğine sahip erişkin kök hücrelerdir. Multipotent hücreler somatik kök hücreler olup kemik iliği, kas, göz, sinir, karaciğer ve deri gibi dokularda bulunur. Bu dokuları yaşam boyu tamir ederler. Ölen ya da hasar gören hücreleri yenileme özelliğine sahip farklılaşmamış hücrelerdir. Bölünebilme ve kendini yenileme özellikleri vardır.
Kök Hücre

Embriyonik kök hücreler tüpbebek aşamasında blastositlerden elde edilebilirler. Tedavi anlamında hertürlü hastalık için ciddi umut vadetmektedir. Ancak canlı bir insan zigotunun bu şekilde çalışmalar üzerinde kullanılması etik açıdan uygun olmadığından birçok ülkede kök hücre çalışmalarına kısıtlama getirilmiştir. Japonyada yapılan çalışmalarda dört transkripsiyon faktörünü kullanarak (Oct ¾, Sox-2, Klf-4, c-Myc) fare ve insandan elde edilen fibroblast hücrelerini yeniden programlayarak indüklenmiş pluripotent kök (İPK) hücre haline getirmiştir. İnsanlık için umut vadeden ve etik sorunları ortadan kaldıran bir sonuçtur. 
4.Oligopotent Kök Hücreler: Özel bir doku veya organda iki veya daha fazla hücre hattına dönüşebilen yenilenme özelliğine sahip kök hücrelerdir. Miyeloid ve lenfoid öncül (progenitör) hücreler oligopotent kök hücrelere örnektir.
5.Unipotent Kök Hücreler: Yalnız tek bir hücre serisine dönüşebilen yenilenme özelliğine sahip en az değişime uğrayabilen kök hücrelerdir. Kas kök hücreleri buna örnektir. 
Günümüzde hematolojik hastalıklarda hematopoetik kök hücreler tedavide kullanılmaktadır. Bu hücre grubu multipotent kök hücrelerdir. Kandaki tüm farklı hücrelerin yeniden üretimini sağlar. Bunun dışında indüklenmiş pluripotent kök hücreler araştırılmaya devam edilen araştırma konusudur. Buradaki hassas konu hasarlı doku tamirini aşıp kök hücrelerin kanser oluşumuna neden olabilme ihtimalidir. Bu nedenle bu konu ile ilgili daha çok araştırmaya ihtiyaç vardır.

COVID19 Yatkınlık Testi, IRF7, TLR3